31 Mar 2009

"insanların çoğu gerçekte özgürlük istemezler; çünkü özgürlük sorumluluk gerektirir ve insanların çoğu sorumluluktan korkarlar." sigmund freud

Georges Perec'ten

"pek yaşadın denemez, oysa herşey çokdan söylendi, çokdan bitti.topu topu yirmibeş yaşındasın, ama yolun çizilmiş bile.roller hazır, etiketlerde,bebekliğindeki oturakdan yaşlılığındaki tekerlekli sandalyeye varana kadar oturulacak tüm yerler orada durmuş sıralarını bekliyorlar.serüvenlerin öyle iyi betimlenmiş ki, en şiddetli isyan bile kimsenin kılını kıpırdatmayacaktır. sen istediğin kadar sokağa çıkıp insanların şapkalarını başlarından uçur, başına iğrenç şeyler tak, çıplak ayakla yürü, bildiriler yayınla, önüne çıkan bir kapkaçcıyı geçerken kurşunla, boşuna, bir işe yaramayacak,düşkünler yurdunun yatakhanesinde yatağın çokdan yapılmış, lanetli şairler sofrasında yerin ayrılmış. sarhoş gemi, sefil mucize, harrar bir panayır eğlencesi, turistik bir gezidir. herşey öngörüldü, herşey en ufak ayrıntısına kadar hazırlandı, büyük aşklar, soğuk alaycılık, ıstırap ,bolluk, egzotizm, büyük serüven, umutsuzluk. sen ruhunu şeytana satmayacak, ayaklarında sandaletlerle gidip kendini etna ya atmayacak, dünyanın yedinci harikasını yıkmayacaksın.ölümün için herşey çokdan hazır.seni öldürecek top güllesi çok uzun zamana önceden eritilip döküldü, tabutunun peşinden ağlayacak olan kadınlar çokdan tutuldu."

Georges Perec'ten

"mutsuzluk üzerine atılmadı, üstüne çullanmadı; yavaşça sızdı, neredeyse tatlılıkla sokuldu. büyük bir dikkatle yaşamına, hareketlerine, saatlerine, odana işledi, uzun süre gizli tutulmuş bir hakikat, reddedilmiş bir gerçeklik gibi; direşken ve sabırlı, incecik, zorlu mutsuzluk, tavandaki çatlakları, çatlak aynadaki yüzünün kırışıklarını, dizilmiş oyun kağıtlarını ele geçirip sahanlıktaki musluktan damlayan suyun içine girdi. saint-roch'un çanı her çeyrek saati vurduğunda onunla birlikte çınladı."

Georges Perec'ten

"zamanla, duyarsızlığın inanılmayacak bir hal alıyor. gözlerinde parıltıdan eser kalmamış, siluetin tam anlamıyla çökmüş. bıkkınlıktan, burukluktan eser taşımayan bir dinginlik gelip yerleşmiş dudaklarının kenarına. dokunulmaz biri olarak, giysilerinin ağırbaşlı yıpranmışlığı, adımlarının yansızlığı tarafından korunarak sokaklarda geziniyorsun. öğrenilmiş hareketleri yapıyorsun sadece. ancak gerekli olan sözcükleri sarfediyorsun. istediklerin şunlar:

- bir kahve.
- önden bir koltuk,
- günün yemeği, bir kırmızı şarap,
- bir bardak bira,
- bir dış fırçası,
- on tane bilet.

parayı ödüyor, cebine koyuyor ve yerine geçerek yiyip içmeye koyuluyorsun. bulunduğu yığının üstünden le monde'u alıyor, satıcının çanağına iki adet yirmi santim bırakıyorsun. lütfen, günaydın, teşekkür ederim, hoşçakalın demiyorsun hiç. özür dilemiyorsun. yolunu sormuyorsun."

Georges Perec'ten

"... bir seyler kiriliyordu, bir seyler kirildi. kendini -nasil demeli?- dayanikli hissetmiyorsun artik: sana bugüne kadar güc veren -öyle saniyordun, öyle saniyorsun-, yüregini isitan sey, varolus duygun, neredeyse önemli oldugun duygusu, dünyaya baglanma, dünyada kalma duygusu eksikligini hissettirmeye basliyor. (...)

insanlardan nefret ettigin anlamina gelmez bu, ne diye onlardan nefret edesin ki? ne diye kendinden nefret edesin ki? keske insan türüne ait olmak, o dayanilmaz ve sagir edici gürültüyü de beraberinde getirmeseydi; keske hayvanlar aleminden cikip asilan o birkac gülünc adimin bedeli, sözcüklerin, büyük tasarilarin, büyük atilimlarin o dinmek bilmeyen hazimsizligi olmasaydi! karsi karsiya getirilebilen basparmaklara, iki ayak üstünde durusa, omuzlar üzerinde basin yarim dönüsüne fazla agir bir bedel bu"

Proust'tan

"..biz bile bilemeyiz çoğu zaman neyi neden hissettiğimizi. ismi konmadığı zaman daha çok hoşumuza gider bazı şeyler. kontrolümüz altında olduğunu düşünüyoruz belki bu şekilde, bilemiyorum. ya da sadece o kadarını istiyoruz. iltifatlar, imayla ifade edilen hoşlanmalar. bazen bunun ötesini istemiyor olabiliriz. bunun ötesine geçince ne yapacağını bilemiyor olabiliriz. ne bileyim belki de böyle değil belki de böyle..."

Borges'ten

Bilinmeyeni keşfetmek yalnızca Sinbad’a ya da Kopernik’e vergi değil. Her insan bir kaşiftir. Her insan acıyı, tuzluyu, eğikliği, düzlüğü, sertliği, gökkuşağının yedi rengini, alfabenin yirmiden fazla harfini keşfetmekle başlar işe; ardından yüzleri, haritaları, hayvanları keşfeder. Sonunda ya kuşkuya erişir ya da inanca, ama her seferinde hemen hemen hiç şaşmayan tek bir sonuca; gerçekten ne kadar cahil olduğu sonucuna varır.


Kurtulamayan

sen kader ağacı değilsin---nedeni bu
tutkularına bırak kendini
bir soluk var yaşıyor uzak uzak
bu daha ölmemişsin demektir

önce bitir bu şarkıyı
bir bardak doldur mavi
--hicbiri acmıyor mu seni-
ve git bu gelmediğin yere
kurtulamayan--nedeni bu

ece ayhan..

Malina'dan

Elbette senin de sık sık olur sevincinden havalara sıçradığın, o halde neden öyle yazmıyorsun? bu acıyı pazara çıkarmak, dünyadaki acıları arttırmak, tiksinti verici birşey bu, bütün kitaplar tiksindirici. nedir bu saplantı, hep bu karanlığa saplanıp kalmak, her şey hep hüzünlü, ve bu sayfalar aracılığıyla daha da hüzünlü kılıyorlar. şuna bak rica ederim: "bir ölüler evinden", özür dilerim ama benden uzak kalsın.

evet ama, diyorum ürkek ürkek.

aması yok, diyor ivan, hep aynı anda bütün insanlık için ve insanların yarattığı huzursuzluklar için acı çekiyorlar, savaşları düşünüyorlar ve daha şimdiden yenilerini tasarımlıyorlar, ama benimle kahve içtiğinde, ya da birlikte şarap içtiğimizde ve satranç oynadığımızda, o zaman nerede kalıyor savaş, nerede kalıyor açlık çeken, ölüme giden insanlık, ve senin çektiğin acının nedeni gerçekten bunlar mı, yoksa yalnızca partiyi yitirdiğin için, ya da biraz sonra ben çok acıkacağım için mi acı çekiyorsun, ve neden gülüyorsun şimdi, yoksa insanlığın şu anda gülmek için çok mu nedeni var? "

..

Malina'dan..

"ıvan her ne kadar hiç kuşkusuz benim için yaratılmışsa da, onun üzerinde asla tek başıma hak ileri süremem. çünkü o sessiz harfleri yeniden sabit ve anlaşılır kılmak, sesli harfleri, eksiksiz yankılanabilmeleri için,yeniden açmak, sözcüklerin yeniden dudaklarıma yükselmesini sağlamak, parçalanmış ilk bağlamları yeniden kurmak için geldi...
...
ben onun yanından bir santim bile ayrılmayacağım.net bir tınıyla yankılanan ilk harflerimizi bir uyum içerisine sokacağım"

Malina'dan

Benim gözlerimin önünde ise siyah telefonun manzarası kalıyor, okurken, yatmadan önce yatağın yanına koyduğumda. mavi kırmızı ya da beyaz bir telefonla değiştirebilirdim elbet, ne var ki artık böyle bir şey yapmayacağım, çünkü artık evimde hiçbirşey değişmemeli; değişmemeli ki, ivan’ın, yeni olan o tek varlığın dışında hiçbirşey dikkatimi çekmesin, telefon sessiz kaldığında bekleyişimi bozmasın.
ve Viyana, susuyor.

Malina'dan

ivan'ı dusunuyorum.
aski dusunuyorum.
damardan verilen gercegi.
ve bunun etkisinin ne kadar kisa surdugunu
bir sonraki, daha yuksek dozu.
sessizligin icinde dusunuyorum.
vaktin gec oldugunu dusunuyorum.
ve dusunuyorum ki, gelen ivan olmayacak.
ne gelirse gelsin, farkli olacak.
ben, ivan'da yasiyorum.
ivan'dan sonrasini degil

27 Mar 2009

Yazıp sildiğim bir sürü ilk cümleden biri olur belki bu da;
Seni seviyorum...

18 Mar 2009

Sezi'nin bir güne uyanması...

Uykuda öyle başka ve öyle uzak bir yere gidiyorum ki ah bilseniz. Sabah dünyaya alışmam zaman alıyor. Gözümün önündeki şeyler anlam ifade etmiyor o an. Odam... duvarlar... pencereler. Neden? Dünya gözümü kamaştırıyor çokluğuyla. Ben azım o çok gibi. Benim hiçbir şeyim yok Onunsa okyanusları, buz dağları, kumsalları, lunaparkları, Çinlileri, Rusları, Afrikalıları var. Uyandığım an Afrika'yı, Çin'i nasıl duyumsadığımı sormayın. Bir şekil hepsiyle uyanıyorum, uykumda Afrika'ya gidiyor olabilir miyim ben? Şaka yapmıyorum gerçekten

Sonra camı açıyorum güneş ve biraz rüzgarı buyur ediyorum içeri. Yüzüme su çarpıyorum sonra ama hala bu dünyaya biraz yabancıyım. Sanki başka biri olarak uyanmışım gibi, adımı bile içimden tekrar ediyorum; Ben Sezi'yim diye. Sonra Koray'ın uyumadan önce yatağın yanında çıkardığı canım çoraplarını alıp kirliye atıyorum. Gerçek dünyayla bağım kurulmuş oluyor böylece. Kendimi hatırlamak için kendimi 'Ben Seziyim' diye telkin etmekten daha hallice bir yol bulduğuma göre artık çay bile demleyebilirim.

Günaydın herkese! Sezi ben.

16 Mar 2009

İyi bir insan olduğunuza dair bu sarsılmaz inancınız nereden geliyor?

Heinlein'den

"bir insan bez değiştirebilmeli, bir istilayı planlayabilmeli, bir hayvan kesebilmeli, dümen tutabilmeli, bir bina tasarlayabilmeli, bir sone yazabilmeli, muhasebe yapabilmeli, bir duvar yapabilmeli, kırık bir kemiği düzeltebilmeli, ölen birini teselli edebilmeli, emir alabilmeli, emir verebilmeli, işbirliği yapabilmeli, tek başına hareket edebilmeli, denklem çözebilmeli, yeni bir problemi inceleyebilmeli, gübre küreyebilmeli, bilgisayar programlayabilmeli, lezzetli bir yemek pişirebilmeli, etkin bir biçimde dövüşebilmeli, onuruyla ölebilmelidir. uzmanlaşma böcekler içindir."

Grekler eskiden davetlilerine, "için, yahut kalkın gidin." derlerdi,
Hakları da vardı.

Madem ki insanız, gerçek ihtiyatlılık, yapımızın kaldırdığından daha fazla bilge olmamaktan ibarettir.
Ya kalabalığın deliliklerine tatlılıkla katlanmalı, ya da kalabalıkla birlikte hatalar deryasına kendimizi kaptırmalıyız.


"fakat,..." diyeceksiniz, "...böyle bir hareket deliliktir."
Bunu kabul ederim; ama siz de hayat komedyasını oynamanın gerçekten bu olduğunu kabul edersiniz...

erasmus -deliliğe övgü

14 Mar 2009

Dünyanın sonu gelse....
en son kimin elini tutmak isterdiniz?

En son neyi görmek isterdi gözleriniz?
ölmeden önce tek bir şarkı dinleme hakkınız olsaydı?
Hangi şarkıyı seçerdiniz?
Son akşam yemeğinizde ne olurdu?

Anneniz yarın bu dünyaya uyanmayacak olsaydı
Bu gece onu uykuya ugurlarken ne fılsıldardınız kulaklarına?

Bugün sağlıklı olan bedeninizin
yarın bir yerinin kopacağını bilseydiniz
anlamı kalır mıydı gündelik dertlerin?

Peki bugün sevdiklerinizle beraber, eliniz kolunuz tam, sağlıklı,
istediğiniz şarkıları bağıra çağıra söyleyebilme şansınız varken,

Neden duruyorsunuz?

Değerlerini azaltan ne?

Sadece onlara sahip olmanız mı?

Sıradan bir sabahta öyle bir anda gözlerini açmak mucize değil midir? Peter Gabriel dinleyebilmek, mahlep şarabı, beyaz peynir simit, anne yemekleri, Sezen şarkıları, dostların şefkatli bakışları, sevgilinin kokusu da sıradan mı oldu alıştık diye?

Her hamsi tava yediğimizde bir tören düzenlesek hak etmiyor mu?

Tuhaf denge varken var işte.
üzerinde düşünmüyorsun.
Pankreas diye bir organın var, haberin bile yok içinde nerende durduğundan.
Bir sabah pankreascıgın dursun gör bak neler oluyor?

şimdi sabah sabah ofiste oturup bunu yazıyorum
ve içimden diyorum ki:
teşekkür ederim pankreascığım. böyle devam et. Şükran.

yüksek sesle de söyleyiverdim.

Hayır delirmedim!

Medeniyet olimpiyatlarına hoş geldiniz!


El birliğiyle içini boşaltalım hadi aşkın!


Şehircilik oynuyoruz işte ne güzel: eski eşler, yeni kocalar, eskinin eski karısı, onun yenisi, eski arkadaş yeni sevgili, sevgilimin arkadası yeni sevgilim, ıssız adam, özgür kız, aşk kadını vs vs.


Yahu her kadın sevince aşk kadını değil midir? Aşkı 7/24 tetikte her pahasına bekleyen ve aşk merkezli kadınlara mı aşk kadını diyoruz? Biraz da boşluktan işsizlikten değil mi bu aşk mesaisi? Yani sabahtan akşama kadar bir fabrikada son ütücücülük yapan bir kadın aşk kadını olabilir mi?

Issız adamlardan hiç bahsetmeyeceğim. Süper bir buluş: öküzlüklerine mazeret arayan adamlar kendilerine daha karizmatik bir ünvan bulmuş oldu.

Bütün hayatını toplum normlarına göre düzenleyen (bayrama sabahları el öpmeler, kız kardeşi eve gece biraz geç gelse dayılanmalar vs vs ) adamlar kendilerine süper söylemler geliştirdiler. Evlenmek, bağlanmak, adını koymak isteyen kadınlara hemen vaaza başlıyorlar: ‘’ah bunları geçiniz lüffen artık uzay çağına geldik evlilik fuzuli gel beraber yaşayalım, anı yaşayalım, sorumluluk altına girmeyelim’’

Erkeklerin kadınları 'özgür kız' olmaya teşvik edip edip, gaza gelen kadınların bu gümüş tepsi içinde yağlı ballı sunulan duygularını, geyşa ruhlarını, oralarını buralarını sömürüp sömürüp bir yandan da ehem ehem anı yaşayalım muhabbetlerine uyuz oluyorum. (sen benımle her istediğimde benimle oynaş ama ben senı koluma takıp gezdiremem haberin olsun demek bu aslında)

Bu kadar gümüş tepsi içinde sunmayalım nolur kendimizi.

Bir şey ya vardır ya yoktur.


Cesaretli özgür kız olmaya, anı yaşamaya, bıdı yapmamaya teşvik ederken asıl istekleri kolaya kaçmak gibime geliyor. Sabahlara kadar boğaza karşı sohbetler edip, sarılıp öpüşüp, sevişip sonra ‘adını koymayalım’ muhabbetleri.

Yemeyelim.


Sevişmek bu kadar basit bir şey mi?

Bütün duyguların hakkını veriyoruz maaşallah şehvet, hız, tutkular, özgürlük, macera vs vs

ama aşka ayıp olmuyor mu?

9 Mar 2009

dünya uyurken biri var bulutları çekiştiren,
denizi kıyıya tamamlayan
biri var işte biliyorum!
erik ağacı kendi kendine çiçek açıyor olamaz:)
if you take one bite on cookie a little bit, and cookie looks like a "c",
the moon also look like a "c" sometimes, but you can't eat that !

-cookie monster-

4 Mar 2009

Şubat şıftırmaları...

1) Dünya zamanı ile saat 18:05 (2009 senesinin Mart ayının 4.günü) Şu an bu ofiste oturup bana ay sonunda cüzzi bir paradan başka birşey kazandırmayacak bu işle uğraşma nedenim nedir?

2) Gidip kendime köşede bir tostçu açmam halinde daha fazla paraya ve akıl selametine kavuşacak olmama rağmen burada maaşlımotivekalifiyekıytırıkmüdür olarak envai çeşit ego taşmalarına tahammül ederek nereye varmaya çalışıyorum?

3) Parayı niye hak etmek zorundayız? İt gibi çalışıp, akşam evimize insanpestili olarak döndüğümüzde içimizi bu kadar rahatsız etmeyen ne?

4) Bu ülkede bazı yazıkinsanlar nasıl hala Hüseyin Üzülmez'i savunabilirler? Hangi merci dedesi yaşında bir adamın kucağına oturtulup sapıkça sevilmiş bir kız çocugunun bu olaydan akıl saglıgının bozulmadığı kararını verebilir?

5) Aşk bitince nereye gidiyor? Onca sevgi, kocaman bisürü anılar falan?

6) Uçak nasıl uçuyor? (yok sakın bir uçak muhendisi çıkıp aman da işte havanın bilmemne prensibi vs gibi akıl almayan bilimsel açıklamalar yapmasın:)

7) En son ne zaman gönül rahatlığı ile hiç bir şey yapmadan yaydınız özgürce?

8) En son en zaman avazınız çıktığı kadar bağırarak ağladınız?

9) Bilgisayar, playstation,wii, maç vs vs olmadan yaşayabilen erkeklerin hepsiciği İsviçre'de felan mı?

10) İnsanlar birbirleri ile konuşurken neden yüzlerine bakmazlar?

11) Televizyon denen şey bu dünyada kaç aslında çoktan bitmiş ama ayırdına varılmamış evliliği kurtarmaktadır?

12) şimdi eve gitsem zuzaylılar evi derleyip toplamış mıdır?

13) Acaba kedilerin gözünden dünya neye benziyor?

14) 80 yaşındaki bir insan 10 yaşını hatırlayabiliyor? peki neden 70 yaşındaki biri 1 yaşındaki halini hatırlayamıyor?

15) Uyuyunca nereye gidiyoruz?

el işi acı...

Bir kapı.
Çaresiz.
Bir yüzü sana bakar,
Bir yüzü boşluğa açılacak birazdan...

Bir kapı.
Sımsıkı
Kapanıyor geleceğe...

…Tenine bir dokundum…
İpek yolunda bir kervan
Uzaklara şimdi
Acır ve gider....

Acı bir desen
Dantel kenarlı bir ayrılık…
Herşeyin o kadar incelikliydi ki
Bir kedi merdiveni gibi
Rengarenk
Oyaladın beni...

Acı değil bendeki
Kemikte bir bıçak.
Nefesim
Ardından
Kurumuş bir ırmak

Benim uykularımı da uyuyor musun şimdi?


İstanbul


İstanbul ne kadar sağlam?

Bir tane mi var inanmam

Kuzguncuktan hisara

Kaç deniz dediniz?


Bir salgın yayılır gibi

Yalan söylüyor herkes

Balkonsuz evler, ihtiyar çocuklar

Camlar çiçeksiz mi dediniz?


İçimden geçen…

Şeker sesi, bir çocuğun bulduğu.

Leblebi tozlu sokaklar.

Fener alayları ve çatapatlar


Erkenden büyüdü mü bütün çocuklar?

Neden

Bomboş

Lunaparklar?