18 Haz 2009

Turgut Uyar'dan

bir palyaço neden yalan söylesin ki
ben palyaço olsaydım söylemezdim
marangoz olsaydım da söylemezdim
ben insan olsaydım
yalan söylemezdim!

Attila İlhan

"…yokluğum fazla uzayabilir, zaman zaman dediklerimi dinleyerek saptarsın ki: hayatta kimse kimseyi anlayamaz, kimse kimsenin yerini tutamaz; aşk dediğimiz, ya vahim bir yanlış anlaşılmadır, ya kötü bir hayal kurma tarzı; iki kişinin ikisi de, öbürünün yerine hayal kurmaya kalkıştığından, sukut-u hayaller eksik olmaz! sen dediğime kulak ver, kendimizden başkasını sevemiyoruz; sevdiğimiz, şahsiyetimizin dışlaştırılmış, bir başkasının üzerinde somutlaştırılmış hayali; o başkası da kendisini üçüncü bir şahıs üzerinde dışlaştırır, somutlaştırır: arada ahenk kurulamaz, nasıl kurulsun, sevdiğimizle sandığımız farklı! muvaffak bir çift, yalnızlığa tahammülü yüksek iki insan manasını taşır: çift demek, yan yana iki yalnızlık demek, beraber bile olamamış, kesişmesi bile zor! onun için böyle bir hayatı, içine girip kurbanı olmadan yasayacaksın, yani uzaktan. uzaktan, soyut, hemen hemen yok bir şahsı sevmekten güzelini tasavvur edemiyorum. yakında olmayan sevgili tahayyülde yaşatılır, hayalde yaşatmak az evvel açıkladığım kaideye uygun olarak, onu kendine benzetmektir; yanında bulunmayacağından, o buna ne itiraz edebilir, ne müdahale: sevdiğini, hayalinde değiştirdikçe, kendine benzettikçe daha çok seversin, böylece denge korunmuş olur. sevmek! sevmek esasında alıp başını gitmektir, sevgiliden uzaklaşan mutlak aşka yaklaşır, sevdiğini gönlünde kendi bildiğince yeniden yaratarak..."
neymiş şişede durduğu gibi durmuyormuş
1 yetmişlik şarap, 3 shot votka, 8 shot margarita
sonra
alkolü bıraktım demiş miydim?

17 Haz 2009

Nihavend

kimseye etmem şikayet ağlarım ben halime
titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime
perde-i zülmet çekilmiş, korkarım ikbalime
titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime

Kemani Serkis

16 Haz 2009


gereksiz şimdi lambalardan cinler çıksa...
Çaresiz olduğumu söylemek istemiyorum
sözlerle günlerce oynayabilirim bunu söylememek için
yapabilirim bunu biliyorsun hep becermişimdir kelimeleri
ama çaresizim canım sevgilim
Olmadığım biri içime girmiş beni yaşıyor
ben değilim o başkası o düşleri kuran
Benim umurumda mı sanıyorsun denizi görmek veya yeni bir sandalye
umurumda mı sanıyorsun durduğu yerde kırılan bir bardak?
ben başkalarının hayatını yaşıyorum sevgilim
Umurumda bile değil betonu delip açıvermiş bir çiçek!

İhsan Oktay Anar

Yeniçeriler kapıyı zorlarken Uzun İhsan Efendi hala malum konuyu düşünüyor, fakat işin içinden bir türlü çıkamıyordu...


"Rendekar doğru mu söylüyor? Düşünüyorum, öylese varım. Oldukça makul. Fakat bundan tam tersi bir sonuç, varolmadığım, bir düş olduğum sonucu da çıkar: Düşünen bir adamı düşünüyorum. Düşündüğümü bildiğim için, ben varım. Düşündüğünü bildiğim için, düşlediğim bu adamın da varolduğunu biliyorum. Böylece o da benim kadar gerçek oluyor. Bundan sonrası çok daha hüzünlü bir sonuca varıyor. Düşündüğünü düşündüğüm bu adamın beni düşlediğini düşlüyorum. Öylese gerçek olan biri beni düşlüyor. O gerçek, ben ise bir düş oluyorum."


Kapı kırıldığında Uzun İhsan Efendi kitabı kapandı. az sonra başına geleceklere aldırmadan kafasından şunları geçirdi:


"Dünya bir düştür. Evet, dünya..Ah! Evet, dünya bir masaldır."

facebook şıftırtmaları

Sezi Kalkavan Sezi Kalkavan. Gerçek seni özgürleştirmez. Gerçeğin ne kadarına dayanabilirsin ki? Her gerçeği her pahasına bilirsen nasıl temiz kalacak gözlerin gördüklerinden? Seni sevgi özgürleştirecek asıl. Ve ben zannettiğin hırs yumağından bir kaç adım geriye atabilmek.

Ayse Natalie Turgut Ayse Natalie Turgut
I disagree!!! Her ne kadar erken gerçeğe gözünü açabilirsen o kadar iyi diyorum ben :))

Mete Akcan Mete Akcan
Truth will set you free. If and only if you knew the truth and willingly accept it ...

Basak Bilgen Basak Bilgen
Gerçek dipsiz bir kuyudur...Bir bilge demiş ki: "Başlangıçta bir fıçı şıra gibidir öz, tatlı ve bulanık. Berraklaşması için mayalanması gerekir ve zaman. Tadına bakmak yerine hemen içenin kafası bulanır" Bence bize düşen gerçeğin peşinde koşmak değil varoluşun amacı peşinde koşmaktır.

Sezi KalkavanSezi Kalkavan
Bilmek cehennemdir. Tercih ettiğin ve tamamen sana özel bir cehennem elbet. Ayşecimm gerçeğin zıttı sahte değil benim kastettiğim. Elbet sahte şeylerle oyalanmayalım ama ilk ideal bence kendini bilmek ve sevmeyi öğrenmek. Sonra gerçeği de sevmeye başlıyoruz galiba. Belki asıl soru şu. Hangi gerçeği ne kadar sevebilirsin ve acımasızlık dolu bir dünyada kalbin sadece kendi gerçeklerinle dolu ne kadar hayatta kalirsin. Ha bir de tabi Kimin gerçeği? Seninki mi benimki mi? Öyle farklılar ki bazen birbirlerinden. Önce gerçeklerimizi birbirine alıştıralım. Gerçekler kapismasi sevgiyi öldürüyor bazen hızla.

Ayse Natalie TurgutAyse Natalie Turgut
Herkesin gerçeği farklıdır. Hayatındaki gerçekleri olduğu gibi kabul edince hayat kolaylaşıyor. Hayatımın gerçekleri ve sevgi benim için apayrı konular :)

Sezi KalkavanSezi Kalkavan
Ben pek çok gerçeği sevmiyorum. Gerçeğimi sevmediğimde benim için tahammül edilmez hale geliyor. Yavaş yavaş istiyorum gerçeği yani. Bana sorarsan allah muhafaza en gerçeği bulan hemen bu dünyadan çekip gider. Kalamaz daha da fazla. Aynen dediğin gibi farklı düşünüyoruz. Sevgiyi gerçekten süzmek yerine gerçeği sevgiden süzmek bizi mutlu edecek gibime geliyorr


Burçe BulutBurçe Bulut
Aynen katiliyorum sana. Once kendi icimizi temizlemeli, kendimizi oldugumuz gibi sevmeli, olmaya calismalardan kurtulmaliyiz ki enerjimiz artsin, tassin.
Gercek bizim paradigmalarimiz dogrultusunda algilayabildigimiz kadardir. Onyargilarimizin yerine sevgiyi koydumuzuda gercek de kabina gore bicim degistirecektir.

Herve M. Abajoli Herve M. Abajoli
kızlar uğraşmayın olmamış ve olamayacak:)) gerçek diye bir şey yoktur, gerçekler vardır ve Heisenberg in belirsizlik kuralına paralel bir uyum içinde uzay-zaman içerisinde devinipdururlar yani gerçekler bir gerçektirler bir değildirler, sorun onların ne olduğuna karar vermeye çalışan akılda:))) hepinizin başına gelmemiş midir yanlış zannettiğiniz bir kararınızın az süre sonra doğruya döndüğü, yada t tersi:)

Sezi Kalkavan Sezi Kalkavan
ben de onu demek istedim zaten. gerçek müthiş göreceli yaw. ben de gercekle felan helalleşelim oturup reçelli ponçik yiyelim diyorum. hihihihi


GERCEĞİN NE KADARINA DAYANABİLİRSİN?

15 Haz 2009

Aşk…


Çocuklarda ilk görülen fobiler karanlığa ve yalnızlığa ilişkindir. Karanlık korkusunu genellikle çocuklukta bırakırız ancak yalnızlık korkusu bizimle birlikte büyür öyle ki bazen yaşamımızı belirler veya engeller hale gelir. İlerde bir gün bir evde yalnız kalakalma düşüncesi bizi nedense sadece yolda yürürken bile başımıza gelebilecek binlerce olası senaryodan daha fazla korkutur. Aşkı ve bağlılığı hayatımızda bu kadar isteme sebebimiz yalnız kalma korkumuz mu? Bunu anlamak güç; salt yalnız kalmaktan doğan bir tehlike var mıdır? Ve aşk bizi bu olası tehlikelerden koruyabilir mi?

Çoğumuz aşkımızı kalbimizde duyumsarız. Peki aşk gerçekte nerede oturuyor? Ve aşk bittiğinde tüm o duygular nereye gidiyor olabilir? Yaşanan onca şey ne kadar zaman sonra ‘’bir anıya’’ dönüşür? Aşkı ve acıyı kalbin orta yerinde yaşarken neden aynı aşkın anılarını kafamızın içinde duyumsarız?


Aşk kafamızın içinde nerede?


Psikiyatr Michael Liebowitz’e göre PEA (Phenylethylamin) denen küçük molekül sevdalanma halinden sorumlu gibi görünüyor. PEA sevinç, heyecan ve aşırı canlılık duygularına yolaçan bir kimyasal bileşik. İnsan beyni irice bir greyfurt iriliğindedir ve yaklaşık 1.5 kilo çeker.

Beynimiz ana hatlarıyla 3 bölümden oluşur: İlkel beyin, Limbik sistem ve korteks.

İlkel beyin: İç güdüsel davranışları yönetir (saldırganlık, mülkiyet ve flört davranışları vs)

Limbik sistem: Korku, öfke, sevinç, tiksinti, nefret gibi temel duygularımızın salındığı yer. Galiba aşkı burada aramakta yarar var.

Korteks ise görme, işitme, matematik ve müzik gibi önemli işlerle meşguldür. Ve en önemlisi korteks limbik sistemden iletilen duyuları düşüncelerle birleştirir. Kısaca ‘o erkeği’ veya ‘o kadını’ düşünen bölüm tam da burası.

Beynin bu 3 ana bölümünü en az yüz milyon sinir hücresi birleştirir. PEA (Phenylethylamin, dopamin ve norepinefrin) gibi kimyasal bileşikler sinir uçlarından diğerlerine zıplayarak aşkın yayılmasına yardımcı oluyor gibi görünüyor. PEA’ya bulanmış nöronlar duyarlı hale gelerek beyni uyarıyorlar.


Sevdalanma


Doğal doping etkisi vücuda hücum ediyor, aşıklar bu nedenle güneşin doğuşunu izleyecek kadar enerjik ve bulutların üzerinde yürürcesine hafifler. Aynı şekilde tutku, evham, kıskançlık duygularını körükleyen de bu kimyasal. Kimi insanlarda bu maddeler o kadar yoğun salgılanıyor ki başka değiş kimi insan sevgilisini öyle seviyor ki ayrılığa dayanamaz hale geliyor. Ve evet kara sevda diye bir şey var ve evet aşktan ölünüyor.

Ve şükürler olsun sevdalanma veya ölme hali geçici. (eğer hayatta kalmayı başarırsanız)

Beyin romantik mutluluğun yol açtığı hızlanma durumunu sonsuza kadar destekleyemez, sinir uçları doğal uyarıcılara alışır ve PEA düzeyleri düşmeye başlar


Bağlılık


Şanslıysanız burada başka bir kimyasal devreye girer’’ bağlılık’’ yani zihnin morfini: endorfin. Endorfinler de tıpkı zıpır PEA’lar gibi bir sinir ucundan diğerine zıplarlar ancak bu sefer zihni sakinleştirmek, acıyı dindirmek ve endişeyi azaltmak için. Sevgililer artık huzur içinde yemek yiyebilir ve uyuyabilirler

Nihayet ama bu evrede de gökten 3 elma düşüvermiyor.


Ayrılık


Ayrılığın asıl sebebi aşkın bitişi değil, aşk yerini bağlılığa bırakıyor çünkü vama öğrenilmiş davranışlar, kalıplar, korkular, kompleksler ve tecrübeler yani düşünceler (ah o hain korteks!) devreye giriyor ve sevdiğimiz o muhteşem şey nasılsa düşmanımıza dönüşüyor. Alain de Botton aşk üzerine kitabına bu durumu muhteşem anlatmış.

‘’Chloe ile aramızda müthiş benzerlikler bulmuştuk ama Mart ayının ortalarında yeni aldığı bir çift ayakkabıyı gösterdiğinde onun belki Zeus’un acımasız darbesiyle benden ayrılmış diğer yarım olmadığını ilk defa düşündüm.

Nesi vardı Chloe’nin ayakkabılarının? Nesnel bir bakış açısıyla hiçbirşeyi yoktu ama insan ne zaman nesnel bir bakış açısıyla aşık olur ki? Kaliteli birçift ayakkabıydı işte , ama benim nefret ettiğim türdendi.

‘Bayılmadın mı ayakkabılarıma?’ Diye sordu Chloe.

O ana kadar her konuda anlaştığım Chloenin böyle zevksiz bir çift ayakkabıyla kendinden geçmesi son derece şaşırtmıştı beni, kendi kendime soruyordum hem böyle bir ayakkabıyı hem de beni nasıl aynı anda sevebilir diye.

Sevgiliyi daha yakından tanımanın hayal kırıklıkları…

Tekrar ayakkabılara dönecek olursak;

‘Eeeee beğendin mi ayakkabılarımı?’

‘Pek beğenmedim açıkçası’

‘Neden?’

‘Bu tür ayakkabıları pek sevmiyorum da ondan, burnu pelikan gagasına benziyor.’

‘Gerçekten öyle mi bence zarif bir ayakkabı.’

‘Hayır değil’

‘Öyle işte şu topuğa , fiyonguna baksan bence harika’

‘Bakalım aynı düşünceyi paylaşan başka birini daha bulabilecek misin?’

‘Sen modadan ne anlarsın ki!’

‘Belki de anlamıyorum ama bir çift ayakkabı zevksiz mi değil mi görebiliyorum ‘

‘Zevksiz değiller bir kere!’

‘Hadi Chloe kabullen artık gercekten cok kötüler ve bu akşamki parti için uygun değiller’

‘Harika bu kahrolası ayakkabıları özellikle bu akşam için aldım’

‘Peki giy ozaman’

‘Nasıl giyebilirim ki şimdi’

‘Neden giyemeyecekmişsin ki?’

‘Çünkü daha bir dakika önce onların pelikan gagasına benzediklerini söyledin’

‘Evet benziyorlar’

‘Akşamki partide bir pelikan gibi mi görüneyim istiyorsun’

‘Aslında istemiyorum tabi zaten onun için sana ne kadar berbat olduklarını söylüyorum’

‘Peki neden düşüncelerini kendine saklamıyorsun?’

‘Çünkü önem veriyorum, yoksa kim söyleyecek sana ayakkabılarının çirkin olduğunu.’

‘Seninde begeneceğini umarak almıştım, sense tuhaf bir yaratığa dönüşeceğimi söylüyorsun. Her yaptığım yanlış olmak zorunda mı?’

‘Hadi böyle söyleme şimdi öyle olmadığını biliyorsun’

‘Baksana ayakkabılarımı bile beğenmiyorsun’

‘Ama geri kalan hemen her şeyini beğeniyorum’

‘O zaman neden bu ayakkabıları görmezden gelemiyorsun?

‘Çünkü sen daha iyisini hak ediyorsun.’

Sonunda ayakkabılar camı da indirerek sokağı boylamıştı.

Aşk ve liberalizm ikilemiyle alevlenmişti tartışmamız. Bir ayakkabının ne önemi vardı ki herhangi bir arkadasıma söylediğim kibar yalanları ona da söyleyemez miydim?

Tek bahanem onu seviyor olmam ve onun benim idealim olmasıydı.’’

İşte aşkın bağlılık evresinde yukarıdaki gibi pek çok bahane devreye giriyor, sevgiliyi aşırı idealleştirip, hayal kırıklığına uğruyoruz ve bize benzer hatalar yapmasına bile tahammülümüz yok..

Bütün olarak sevemez miyiz birini?

Sürekli randevulara geç kalan ve her seferinde onu beklerken şarabımızı keyifle yudumladığımız ve geldiğinde adet yerini bulsun diye birkaç sitemli sözle karşıladığımız dostlar yok mu? Tam bizim istediğimiz gibi giyinmeyen üstüne nefret ettiğimiz şapkalar takan. Neden onları sevmekten vazgeçmiyoruz? Neden onlara sürekli nasıl şapkalar takmaları gerektiği konusunda vaaz vermiyoruz?

Aşk üzerine her şey söylenmiş ve hiçbir şey anlaşılmamış olması ne tuhaf!

Ayrılığın gelişinin aslında o kadar farkındayız ki,


Aşk acısı


İnsanda başka canlılarda olmayan bir bölünme yeteneği vardır diyor Alain De Botton, hem davranabilir hem de bu davranışları dışarıdan biriymiş gibi izleyebilirler. İnsan yokuş aşağı hızla düşerken bile bunun fazlasıyla farkındadır, hatta belki de çabuk geçen aşk acılarında insan acı çeken birinin varlığına alışır bir zaman sonra. (evet kendi değilmiş gibi) Bu yetenek kadınlara mahsustur, erkekler ağladıklarında ağlayanın kendileri olduğunun fazlasıyla farkındadır, kadınlar ağlayan bir kadının varlığına ağlıyordur çoğunlukla ve bütün dostlarına o ağlayan kadının acısını anlatarak acıyı kişiselleştirmeden aşktan yakayı sıyırabilirler.


Kadın ve erkeğin ayrılık acıları işte burada birbirinde ayrılıyor. Erkeğinki fazlasıyla kişisel. Acıyı bu kadar farklı yaşayan iki cinsin aşık olma ve ilk bağlılık evrelerinde benzerlikleri müthiş. Büyük olasılıkla benzer kimyasallara borçluyuz bu yakınlığı (aşkın üreme isteği yaratması durumu ayrı bir kitap konusu) Cinsler bağlanma döneminin sonlarında, ayrılık ve acıda net şekilde farklılaşıyorlar. Çünkü o evrede hakim olan Korteks yani kişisel deneyimlere bağlı farklılıklar ve düşünceler. İşin tuhafı bizi aşık eden kimyasal salgılar ama ne yazık ki ayrılıktan biz sorumluyuz!

13 Haz 2009

beni sarışına yakışır bir bırakışın var şimdi
gözümün içine bakarak
tek nefeste
Ummak güvenli limanların işidir,
büyük aşklar açık denizlerde yaşar

Sezi

Sırların ardı sıra yürüyeceğim bu akşam

Yarın beyaz yağacak mı kar?

Hiç ayrılmayız demiştin....


sezi

Kırbaç

Bir kırbaç ses verir gittiğin yerden

Peşinden bir sır tutuyorum

Kendime bir vaat

Uzun bir uyku

Bomboş bir meydan

Her yüzün birbirine benzediği bir kalabalık

Sen...

Gördüğüm masal

Saklı yara

Bedelin ödendi acıyla

Çok...

Bir yılan kıvrılır gider ardından

Üzerimden akan soğuk nehirleri,

Yıktığın köprüleri

Taşı bildim

Yarayı,

Şah damarın acısını

Üzgünüm

Hayatımdan...


Sezi

Ben'den şiir

Tenimi denedin

Başladın ve bitirdin beni...

Kolay

Oysa çiçekler gibi

Hiç bir nedeni yoktu sevgimin

Giderdin

Daha uzağa ve

Daha keskin her seferinde

Ben ılıştırırdım sözlerini

Geri gelirdin

Çok kez kopmuş denizimin bir kıyısından tutardın

Deniz yırtılan bir şey değilse

Neden jilet yaparlar eski gemilerden?


Sezi

Aragon

Terk edip giderek beni bütün kapılardan

Bütün çöllerin ortasında bıraktın

Hiçbiryerde değildin- geçtim oralardan da-
Sensiz bir oda Sahra çölüdür bana

Kimseler bilemez bunu
Kimseler bilemez

senin olmadığın bir Pazar günü kalabalığının ne olduğunu

hareketsiz durarak terkettin beni durduğun yerde
her yerde bırakıp gittin beni gözlerinle
düşlerin yüreğiyle bırakıp gittin
yarım kalmış bir cümle gibi bırakıp gittin
oysa bendim bir ömür en ufak jestinden dökülen


hiç acımadın mı ayaklarına takılan gölgene?

M.M

"artık merhametle sevmeyi de biliyorum. evet, çok seviyor, çok tutkusu var ama duygusunda merhamet yok, şefkat yok. merhameti de sadece fakirlere gösterilmesi gereken bir şey gibi algılıyor. karşısındaki insanı merhametle sevmenin getirdiği kollama bilgisine sahip değil. acıtmayı, köşeye sıkıştırmayı, üstünlük oyunlarını ilişkisinin bir parçası haline getirmiş..."

M.M

mavi efendim benim,
kadırganızı karaya çektim
bundan böyle kendiniz biliniz beni.

M.M

"birbirimizi yaralarından tanıdık, dışı korsan içi çocuklardık, oysa konuşsak ya da dokunsak birbirimize, çekip gidecekti içimizdeki o korkunç noksanlık...."

M.M

camsap: "size ihanet etmeyecegime soz veriyorum."
sahmeran: "gelecekteki sen adina nasil soz verebilirsin? o baska biri, simdiki senin tanimadigi biri.

KANT

''Beyler, ölümden korkmuyorum; vakti gelince ölmesini de bilirim.
Tanrı şahidim olsun ki, öleceğimi hissettiğim gece yine avuç açacak ve tanrı’ya teşekkürler edeceğim ama arkamdan bir iblis yanaşır da, kulağıma, “insanları mutsuz ettin” derse, o zaman işler değişir.''

Kant hakkında

"you can philosophize with kant or against kant but you cannot philosophize without him"

KANT

"her ne kadar ben inanmasam da bir tanrının var olduğunu kabul etmek gerekir."

KANT

''yüreklice düşün.
gir bu yola seve seve! iyi yaşamayı sonraya bırakan kimse
yolunda bir ırmakla karşılaşıp da akıp geçmesini bekleyen
köylüye benzer...
oysa ırmak hiç durmadan akıp gidecektir.''

C. jung

Ben-Benlik-Benlikbilinci(Self):

Kollektif bilinçdışı merkez arketipidir. Bilinçdışındaki diğer arketipleri düzenler. Kişi uyum içinde ise ben görevini yapıyor demektir .Tersi durumda ise ben görevini yapmıyordur.Her insanın amacı kendi varoluşunu gerçekleştirmektir . Ancak bu uzun, zor ve cesaret isteyen bir yoldur.Bu yüzden ben kişi olgunlaştıktan sonra ortaya çıkar. Bireyi kendini tanımaya ve yaşadığı dünyadaki yerini tanımlamaya çağırır. Çağımızda bu çağrıya kulak vermeyen insanlar ,yaşamlarına anlam katmak için olmadık şeyler yaparlar.Ancak bu yapılanların hiç biri kişiye doyum sağlamaz. Bu kişilerin dışarıda aradıkları şey aslında içlerinde gizlidir

2 Haz 2009

Mevlana'dan

"kuslar gibi tuzaga gitme demedim mi? Demedim mi senin uçmani saglayan benim, senin kolun kanadin benim, demedim mi?
Demedim mi yolunu vururlar senin,
demedim mi tövbeni bozarlar senin.
oysa senin atesin benim, sicakligin benim demedim mi?
Türlü seyler derler sana demedim mi.
ölmezlik kaynagini kaybedersin, yani ben’ i kaybedersin demedim mi?
söyle, bunlari sana hep demedim mi?"

einstein

“eğer bir adam marşla uyum içinde yürüyebiliyorsa, o değersiz bir yaratıktır. kendisine yalnızca bir omurilik yeterli olabileceği halde her nasılsa yanlışlıkla bir beyni olmuştur onun. uygarlığın bu kara lekesi en kısa sürede yok edilmelidir. emirle gelen kahramanlıktan, bilinçli ve bilinçsiz şiddetten, aptalca yurtseverlikten, tüm bunlardan nefret ediyorum.

ben savaşı ve o soğuk silahları öylesine tiksindirici ve aşağılayıcı buluyorum ki böyle iğrenç bir eyleme katılmaktansa kendimi yok ederim daha iyi...benim anlayışıma göre sıradan bir cinayet, savaşta adam öldürmekten daha kötü değildir.”

einstein

"insanoglu, evren denilen uzay ve zamanla sınırlanmis bir butunun parcasidir. kisiligini, dusuncelerini, duygularini, geri kalandan ayriymis gibi algilar. orada soz konusu olan, bilincini etkileyen bir cesit optik yanilsamadir. bizim icin bu yanilsama, bize yakin bazi kisilere karsi olan sevgimiz kadar, kisisel arzularimizi da sınırlayan bir hapis gibidir. gorevimiz, butun canlilari ve tum guzelligiyle dogayi icine alacak kadar merhamet cemberimizi genisleterek bu hapisten kurtulmak olmalidir. kimse bu noktaya tam olarak gelemeyebilir ama boyle bir amacin pesinden kosmak, icinde yine de, kismen bir ozgurluk ve temelde ic huzuru barindirir."
1 mayıs 1936'da amerikalı ünlü bir yayıncı villasına yeni bir kütüphane yapmayı tasarladığını ve temeline sonraki kuşaklar için arkeolojik açıdan ilginç yazılar koyabileceği hava geçirmeyen metalik bir kutu yerleştirmek istediğini belirterek einstein'dan bir yazı yazmasını rica etti. Bu amaçla einstein'a en az bin yıl dayanıcağına güvence verdiği özel bir yaprak kağıt gönderdi.4 mayıs 1936'da einstein bu özel kağıda daktiloyla aşağıdaki mesajı yazdı:

"sevgili sonraki kuşak!
bizden, daha doğrusu olmuş olduğumuzdan daha adil,daha barışçı ve hele daha mantıklı olmazsanız biliniz ki son durağınız cehennemdir.
tüm saygılarıyla bu dindarca dilekte bulunmuş olan (bir zamanlarki) albert einstein"

einstein

gelecek kuşaklara - yani bize-önerileri şunlardı:

"birkaç kafadar bulun ve eski dönemlerin eşsiz yazarlarını,kant'ı,goethe'yi,lessing'i ve yabancı klasikleri okuyun ve olağanüstü doğanın tadını çıkarın.
Birkaç hayvanla dostluk kurun. o zaman neşenize kavuşacaksınız ve hiçbir şey sizi huzursuz etmeyecek. ötekilerden daha duyarlı ve soylu insanların sürekli yalnız olduklarını ve olmaları gerektiğini buna karşılık kendi ortamlarının lekesizliğinin tadını çıkarttıklarını düşünün.

eski bir öğrencinin size söyleyebileceği kısaca şudur:

yüksek öğrenimi asla bir görev olarak görmeyin kendi mutluluğunuz açısından ve gelecekteki etkinliklerinizin ait olacağı toplum yararına düşünsel alandaki özgürleştirici güzelliği tanımak için imrenilecek bir fırsat sayın. Eğitim ve genel olarak gerçeğe ve güzelliğe ulaşma çabası tüm yaşamınız boyunca çocuk kalabileceğiniz bir alandır.

Sevgili çocuklarım,okullarınızda öğrendiğiniz harika şeylerin dünyanın tüm ülkelerinde akıl almaz bir çaba ve sınırsız bir çalışmayla birçok kuşak tarafından üretildiğini aklınızdan çıkarmayın. Tüm bunlar size miras olarak kalmıştır ve siz üzerine ekleyip yüceltip bir gün kendi çocuklarınıza sevgiyle teslim edeceksiniz.

biz ölümlüler ancak ortak yarattığımız kalıcı şeylerde ölümsüzlüğe ulaşırız.
bunu her zaman akılda tutarsanız yaşamınız anlam bulur."
2. dunya savasi'nin baslayacagi siralarda, einstein gorecelik kuraminin formulune dayanarak atom bombasi yapilacagi endisesi ile bunun onune gecmeye calisir,
pek cok kisi ile yazisir goruslerini almaya calisir.
o donemle unu zirveye cikmis, kendi gibi yahudi olan sigmund freud'a bir mektup yazar.
mektuptaki sorusu basittir: "insanligin ruh yapisini dikkate alarak yaklasmakta olan savasi onlemek mumkun mudur?"
freud'un mektuba cevabi kisa ve kotuserdir:
"hayir!"
rivayete göre charlie chaplin ile albert einstein sohbet ediyorlarmı$.. bu sohbet sırasında einstein ünlü yönetmene takdirlerini sunmu$:
— bütün dünya sizin filmlerinizi anlıyor ve takdir ediyor.. mensup oldugu sanat dalını evrensellestiren ender ki$ilerden birisiniz...
charlie chaplin:
— haklısınız, demi$, bunlar iltifat degil gerçegin ifadesidir.. fakat sizin durumunuz daha enteresan.. sizi anlayabilen kimse yok.. buna ragmen tüm dünya sizi tanıyor ve size hayran...

muhteşem

Bir üniversite profesörü ogrencilerine şu soruyu sorar;

-Var olan herseyi tanri mi yaratti?


Cesur bir ogrenci ayaga kalkar ve yanitlar:

-'Evet herseyi tanri yaratti!'


Profesor sorusunu yineler ve ogrenci yine 'evet efendim ' diye yanitlar.


Profesor devam eder;

-'eger herseyi yaratan tanri ise ve seytan var olduguna gore seytani da tanri yaratmis olur ve calismalarimizda uyguladigimiz kesinlestirme prensibi ne gore de tanri seytandir" der.


ogrenci boyle bir onerme karsisinda sasirir ve yerine oturur.


Profesor ise ogrencilerine bir kez daha tanri'nin icindeki kaderin bir efsane oldugunu kanitlamaktan oturu oldukca mutludur.


bu arada bir ogrenci ayaga kalkar ve

-"bir soru sorabilir miyim profesor?" der.


Profesor de sorabilecegini soyler.

ogrenci ayaga kalkar ve 'soguk var midir? diye sorar.


profesor;

-'nasil bir soru bu boyle, tabi ki vardir ' diye yanitlar. 'sen hic soguktan usumedin mi?'


Ögrenci

-'aslinda, fizik yasalarina gore soguk yoktur. yasamda/realitede biz sogugu sicakligin yoklugu olarak dusunuruz.herkes veya nesneler o enerji oradaysa veya bir sekilde enerji iletiyorsa onu deneyimler. ornegin,absolute 0 (-460 derece f) sicakligin kesin yoklugudur (hic olmadigi seviyedir). tum maddelerin bu seviyede reaksiyon verme ozellikleri bozulur ve degisir. soguk yoktur, o yalnizca sicakligin yoklugunda duyumsadiklarimizi tarif etmek icin yarattigimiz bir kelimedir' der ve devam eder,


- "profesor, karanlik var midir?"


profesor;

-'tabiki vardir'.


ogrenci yanitlar,

-'korkarim gene yaniliyorsunuz efendim. cunku ,karanlik ta yoktur. yasamda/realitede karanlik isigin yoklugudur. biz isik uzerinde calisabiliriz ama karanligi calisamayiz. gercekte, biz newton' un prizmasini kullanarak beyaz isigi kirar ve renklerin cesitli dalga uzunluklari uzerinde calisabiliriz. ama karanligi olcemeyiz. bir basit isik isini karanlik bir mekani aydinlatarak karanligi kirmis olur yani karanligi gecersiz kilar. siz belli bir mekanin/uzayin ne kadar karanlik oldugundan nasil emin olursunuz? isigin miktarini olcersiniz! bu dogrudur degil mi? karanlik insanlik tarafindan, isigin olmadigi yer/mekan icin kullanilan bir kelimedir."


son olarak ogrenci profesore gene sorar;

-'efendim seytan var midir?


bu kez profesor pek emin olamamakla birlikte yanitlar;


-'tabi ki, acikladigim gibi, biz onu her gun, her yerde onu goruruz.seytan/kotuluk bir kisinin baska bir kisiye her gun sergiledigi insaniyetsizliginin bir ornegidir. o, dunyadaki islenmis tum suclarda, siddette yer alir .bunlarin tumu seytanin kendisinden baska bir sey de degildir.' der.

ogrenci devam eder;


-'seytan yoktur efendim. yani o kendi basina yoktur. seytan basit olarak tanri nin yoklugudur. o aynen karanlik ve sogukta oldugu gibi insanin, tanrinin yoklugunu tarif etmek uzere yarattigi bir kelimeden ibarettir. tanri seytani yaratmadi. seytan/kotuluk insanin tanrisal sevgiyi yureginde duyumsamadigi zaman deneyimlediklerinin bir sonucudur. o aynen sicakligin olmadigi yere gelen soguk ya da isigin olmadigi yere gelen karanlik gibidir." der.


profesor yerine oturur. genc ogrencinin adi albert einstein 'dir.

Frida Kahlo'dan

They thought i was a surrealist but i wasnt. i never painted dreams. i painted my reality.