31 Ağu 2009

Uzaklarda bir ada gibi bekliyorum adımlarını

Proust

"hesapta olmayan aşılması imkansız engellere çarparız. en güçlü engellerden biri, şüphesiz, sevmeyen bir kadında kendisini seven erkeğe duyduğu, bastırılması imkansız, korkunç tiksintinin yarattığı engeldir"

26 Ağu 2009

Sezi'den

Sözlerimi içime saklıyorum
Bir terzi gibi iğneler dudaklarımda
Susuyorum ve içimden bırakıyorum seni.

Sezi'den

Sevmedim sesinin tonunu
Sevmedim söylediklerini
Sevmedim sana verilen bir hayatı
Elinin tersiyle itişini
Benden aldığın canı
Sesinin tonunu
Sevmedim söylediklerini
birbirimizin herşeyi olacakken
hiçbirşeyi olduk
burada ya da başka bir şehirde soluk alıp verdiğini
uykudan ansızın uyandığını
ve beni düşündüğünü
gölgelerden anlıyorum

dünyadaki bütün sesler kesiliyor
sağır edici bir sessizlik
adımı sesleniyorsun
sessizlikten anlıyorum
kıpırdamadan duruyorum

intihar notu...

''gizlice en çok korkulan hep gerçekleşir sonunda.

yazıyorum: ey, sen, acı! peki sonra?

bütün gerekli olan biraz cesaret.

acı ne kadar ortaya çıkar ve kesinleşirse, yaşama içgüdüsü o kadar ağır basıyor ve intihar düşüncesi o kadar zayıflıyor.

kolay sanmıştım ilk düşündüğümde. zayıf kadınlar yapmıştı bu işi. alçakgönüllülük istiyor, kendini beğenmişlik değil.

tiksiniyorum bütün bunlardan.

sözler değil. eylem!
artık yazmayacağım…''


C.Pavese

Cesare Pavese

"insan kendini bir kadina duydugu ask yuzunden oldurmez.

ask -her turlu ask-

bizi tum ciplakligimiz, sefilligimiz, duskunlugumuz ve hicligimizle aciga vurdugu icin oldurur."

ingeborg bachmann

"artık seni bırakmak istemiyorum, hayal alemlerinde aldatmak istemiyorum, uyku dünyalarımda da kendimi aldatmalara bırakmak istemiyorum. sorun olmamasını... ve geride, bir ucuna buzulların tosladığı, alt kenarını da birinin ateşe verdiği bir yatak kalacak. ve iki yanında melekler değil, fakat tropik bölgenin hayvanları, papağan küçümsemesi ve kıtlık ülkesinden kurumuş dal çitleri.

uyuma rica ederim."

ingeborg bachmann

yolculuklar son bulmakta,
kesildi yelkenlerin rüzgarı.
senin ellerine düşen
hafif bir ev, kartlardan yapılma.

resimlenmiş kartların hepsi de
ve her yeri göstermekte.
dünyayı anlatmıştın
ve şimdi onu sözle karıştırmaktasın.

ondan sonra derin anlamları,
oynanan ellerin!
kal, çekmek için
kazanacak olan kağıdı.

25 Ağu 2009

İ.Bachmann

“Çok sayıda yazarın yazmak zorunluluğunu duyduğu büyük olayları yazmak da, bunlardan yakınmak da çok kolaydır. Pakistan’da olanların, şurada, burada olanların korkunç olduğunu söylemek için büyük bir sanatın varlığı gerekmez. Yanı başımızda her gün nelerin olup bittiğini, günlük yaşamda insanların insanları nasıl öldürdüklerini söylemek; önce betimlenmesi gereken, budur; önce bu yapılmalıdır ki, büyük cinayetlere nasıl yol açıldığı anlaşılabilsin.”

İ.Bachmann

Kimi zaman bana neden içinde her şeyin iyi olacağı ütopik bir ülkeyi, ütopya niteliğinde bir dünyayı tasarımladığımı sordular. Yaşadığımız günlük yaşamın iğrençliği göz önünde tutulduğunda, bu soruyu yanıtlamak bir çelişkiye yol açabilir, çünkü bizler, günümüzde gerçekte hiçbir şeye sahip değiliz. İnsan, ancak maddi şeylerin ötesinde bir şeylere sahipse zengindir. Ve ben bu materyalizme, bu tüketim toplumuna, bu kapitalizme, burada cereyan eden bu korkunçluğa, sırtımızdan yaşamaya hakları olmayan bu insanların zenginleşmesine inanmıyorum. Gerçekte inandığım bir şey var, ve ben buna ‘bir gün gelecek’ diyorum. Ve özlemini çektiğim şey, bir gün gelecek. Evet, belki de gelmeyecek, çünkü onu hep yıktılar, binlerce yıldır yıktılar. Gelmeyecek, ama ben yine de inanıyorum geleceğine. Çünkü eğer inanmazsam, artık yazamam.

toplum = en kanlı arena

“Evet, yoksa kuşku mu duyuyorsunuz bundan? Bu sözde uygar dünyada, görünüşte uygar davranan insanlar arasında, gerçekte sürekli bir savaşın egemenliğinden kuşku mu duyuyorsunuz? İnsanların birbirlerini ağır ağır öldürmekte olduklarına inanmıyor musunuz? Kimi zaman herkes açık ve seçik görebiliyor bu gerçeği, ama uzun zaman parçaları boyunca da insanlar yine belli bir dinginlik içersinde yaşayıp gidiyorlar, küçük yaralarıyla, yaralanmalarıyla birlikte, ve aslında yaşanabiliyor da bunlarla...”

İ.Bachmann

Faşizm, atılan ilk bombalarla başlamaz, her gazetede üzerine bir şeyler yazılabilecek olan terörle de başlamaz.
Faşizm, insanlar arasındaki ilişkilerde başlar, iki insan arasındaki ilişkide başlar..

24 Ağu 2009

"people say nothing is impossible, but i do nothing every day."

- winnie the pooh
eşekten şeker esirgenmez ama eşek, yaratılışı bakımından otu beğenir.

19 Ağu 2009

ayrılık...

"ayrılık rahatlığındaydı senin, güvenindeydi bana. En uzak korkundaydı ayrılık: birden bire kapıların açılır gibi sevdalanmak birine ansızın. Oysa beni seviyorsun ama bunun farkında değilsin. Ayrılık bunu farkedemeyişindeydi sevgilim"
elinden bir şey gelmemenin çaresiz öfkesi...

17 Ağu 2009

oburcuk olarak neler öğrendim:)

tecessüsün süper bir şey olduğunu (Arapça kökenli bu kelime üstüne vazife olmayan konularla fazlaca alakadar olmak, kurcalamak manasına geliyor)

Süslü olan şeylerin her zaman en güzel şeyler olmadığını,

Paranın çokluğunun her zaman zevkle eşleşmediğini, bazen makul bütçeler ile de muhteşem lezzetler, keşifler yapabileceğimizi,

Şarabın sohbetle, rakının sofrayla, sofranın özenle mükemmelleştiğini

Kırk yıllık cacığa kuş üzümü koymanın mutfakta sanat sayılamayacağını, füzyon denen şeyin önce bir sürü mutfağı, yöntemi, tadı bilmek, tatmak sonra müthiş bir yetenek, heves ve sabır gerektirdiğini,

ama bazen de tam da gereken şeyin kırk yıllık cacığa kuş üzümü koymak olduğunu,

Kimsenin annem gibi buğulama balık yapamadığını,

Kayısı reçeline bademin çok yakıştığını,

Misafir ağırlamak için her zaman heyecan duymayı ve özen göstermeyi

Harikulade bir yemeğin ille de portakallı ördek olması gerekmediğini, mevsiminde kırmızı ve mis kokulu domates, gevrek simit ve kar beyaz beyaz peynirin ( nazar değmesin diye çörek otu ile lekelemek gerekir :) ve güzel demlenmiş bir çayın bizi bir süre cennette götürebileceğini,

Osmanlı mutfağının mantı ve salçalı köfte demek olmadığını (19.yüzyılın ikinci yarısına kadar tanımadığımız domates nasıl oluyor da güya Osmanlı Mutfaklarının hepsinde yer almakta?)

Ayrıca Osmanlı-Osmanlı Saray- Anadolu-Türk- İstanbul ve Sefarad mutfaklarının aynı şey olmadığını,

''Gurme'' olmanın tencere tencere yemek yemekten öte bir şey olduğunu,

Maaşları biriktirip biriktirip dünyayı gezmenin ve İtalya'da bir köy pazarından ev yapımı limoncello almanın hayati önemini,

İyi bir lokma için uzun yollara değdiğini,

Bir seyahate gitmeden önce mutlaka önce nerelerde , neler yemek istediğimizi planlamak gerektiğini,

Bazen de hiç plan yapmadan sokak sokak gezerek lezzetleri aramanın, keşfetmenin güzelliğini

Cennetin güneşli bahçeler, zeytin ağaçları ve mavi denizler ile çevrili olduğunu,

ve tabi en önemlisi asla 36 beden bir sezi olamayacağımı:)
how deep is your love?

12 Ağu 2009

Aragon...

"bütün odaları yaşantımın
boğuyor duvarlarıyla beni
soluğu kesilir uğultuların burada
burada çığlıklar tükenir.
ben bu odalarda yalnız yaşadım
adım attığım yerler boş
odalar aynı odalar,
daha bir kayıtsız ve loş
sayrılık ateşimin odalarıdır bunlar
ölmek için taş gibi köşelerinde
özlemimi koyduğum odalar,
özlemimi ve garip geceleri..."

Aragon...

''o kayip mektuptur ancak
yanlis adres mi yoksa ustunde
sevgiler diyordu ama kime
hangi eller onu yirtmis olacak''

Aragon'dan Küllerinden Doğan Anka

şöyle yazılmıştı aşk üzerine
yangın halinde yasak çıkış kapısı
gökyüzüne de şunlar yazılmıstı
yanılıyorsunuz buradan gidilmez
ve geceye de şunlar yazılmıştı.
gecenin üzerine hiçbir şey yazılmamıştı

Aragon...

sana büyük bir sır söyleyeceğim korkuyorum senden
korkuyorum yanın sıra gidenden pencerelere doğru akşam üzeri
el kol oynatışından söylenmeyen sözlerden
korkuyorum hızlı ve yavaş zamandan korkuyorum senden

sana büyük bir sır söyleyeceğim kapat kapıları
ölmek daha kolaydır sevmekten
bundandır işte benim yaşama katlanmam
sevgilim
sana büyük bir sır söyleyeceğim bilmem ben
sana benzeyen zamandan söz açmayı
bilmem senden söz açmayı bilir görünürüm
tıpkı uzun bir süre garda
el sallayanlar gibi gittikten sonra trenler
bilekleri sönerken yeni ağırlığından gözyaşlarının

Aragon

sana büyük bir sır söyleyeceğim
her söz dudağımda bir dilenen zavallı
acınacak bir şey ellerin için
kararan bir şey bakışının altında
işte bu yüzdendir sık sık seni seviyorum deyişim
boynuna takabileceğin bir tümcenin o parlakça kalp kristali
kaba konuşmamdan gücenme benim
bu konuşma ateşte şu tatsız cızırtıyı çıkaran sudur o kadar

dua

Allah herkese istediği her şeyi versin.
Amin.
Ama istedikleri şey benim canımdan kopacak bir parça ise Allah onlara benim canımdan kopacak bir parça vermesin.
Daha büyük amin.
Ama ille de canımdan bir parça kopacaksa , kopması gerekiyorsa başka türlüsü mümkün değilse, Bari çektiğim acı, canımdan kopan parçaya değsin.
Amin

6 Ağu 2009

Aşiyan'a inmedim. Evden teşekkür ediyorum Attila İlhan'a. Şaraba devam...
beni kategorize etmeyin demiştim: İbrahim Tatlıses'ten Sarı Gelin türküsü dinliyorum ve evet Sarafin içiyorum. Yani ille de leonard Cohen dinlemek gerekmiyor (tam bu esnada konseri var kendisinin ve biletler çok pahalı olduğundan gidemediğim için hafiften gıcıgım kendüsüne:)
Malatya yöresinden bu türküyle ses veriyorum canım Leo'ma!

Sezi ve serbest stilde yaşam:)

Sezi işten eve azıcık erken geldi. Klimayı sonuna kadar açtı, kanepeye yayıldı, üstünde hello kity geceliği, elinde buzz gibi bir kadeh Sarafin Sauvignon Blanc, yanında barbunya tıkınarak serbest stilde yayıyor.

Keyfin bir matematiği olduğuna inanmıyorum. Zorlama kalabalık, çok gazeteli, çok sucuklu uzun ve sıcak pazar kahvaltıları bana cazip gelmiyor mesela. Saçımı neden sadece davetlere gitmeden önce topuz yaptırabiliyorum? Balayına neden bir kere o da zaten kendiliğinden romantik ve ballı olduğun bir dönemde gidilir? Balayını şişli'de geçirsek, sonra her sene 2 kere Maldivlere gitsek olamaz mı?

Hepimiz zaman zaman olduğumuz şeylerden bıkmaz mıyız?
Değişmek değiştirmek istemez miyiz?

Neden en pahalı şarabı mühim misafirlerle içelim canım?
Şu anda evden çıkıp boğaza insem hisar büfeden tost alsam, Aşiyan'da Attila ilhan'ın mezarının başında yesem, bir kaç şiirini okusam içimden ve teşekkür etsem O'na.

Olamaz mı?

domeztik sezi

Rüyasında temizlik yaptığını gören, sabah uyku-rüya arası alarm çaldığında "ay dur şu koltuğun minderlerini düzelteyim hele sonra uyanayım" diyen başka salak var midir? Içimde yaşayan rüyalarıma giren en azından daha mistik biri olaydı! Sky diving olsun, safari olsun, angelina jolie neyin olsun. Ev hanımı kılıklı rüyaları ve bilinçaltını kınıyorum. Aaa! Bu ne şimdi?

4 Ağu 2009

mutlu olmak, çok mutlu olmak, mutlu olmamak, mutsuz olmak, çok mutsuz olmak aslında farketmiyor. Yaşadıkça biliyorsun hepsi birbirine dönüşüyor.
"Söylesem tesiri yok. Sussam gönül razı değil!"
Senin bir kere bile benim olmadığını hatırlıyorum
Ne yapsam aklım cennete ermiyor.
Bazı hikayeler ancak üçüncü ağızdan anlatılabilir. Yaşarken yazamazdım ölürdüm acıdan. Bittiğimiz için ve seni artık ‘öyle’ sevmediğim için deneyebilirim. İbret için. Tıpkı aşkını uzun süre susunca tadının acılaşması gibi. Geçen yıllar acıların alevini aldı, yokluklar oldukları yerde duruyor hala.
‘’Biliyorsun ölüm diye bir şey yok’’ dedi adam kadına
‘’Biliyorum evet artık öldüğüme göre’’ dedi kadın
‘’İki gömleğin de ütülendi çekmecede,
Sadece bir küçük güldü benim istediğim’’

3 Ağu 2009

Cortazar'dan

"ve yaptıkları her neyse onu yaptıktan sonra kalktılar, yıkandılar, pudralandılar, parfümlendiler, saçlarını taradılar, giyindiler ve yavaş yavaş aslında olmadıkları kişilere dönüştüler."

Bir Sezi olarak asla yapılamayacak işler:)

Banka soymak (erdemden vs değil canım, görüntüm fazla sempatik, siyah giymek, gözlük takmak, tabanca vs de kurtarmıyor, Ah şöle cool, asabi, hırt bir duruşla titreteydim memureleri keşkem)

Genel olarak cooL ve karizma duruş (deneme bile)

Abidik gubidik şeylere üzülmemek (kısaca ota boka dertlenmemek, yağmur yağınca: ''şimdi yağmur yağınca evinin damı akanlar ne yapacak'', Eylül gelince ''ah okullar açıldı, çocuguna istediği okul çantasını alamayanlar vardır hadi gidip çocuk bulup sevindirelim hemen'' gibi ki kahır olmalar. bunlar gayet normal de çizgi filmde arkada kalıp arkadaşlarına yetişemeyen kaplumbağa için üzülen başka da salak tanımıyorum)

Deliksiz, aklıselim uyku (yatak başucunda beliriveren cüceler, evde aslında olmayan kediler, Jack Chirac'la öpüşmek vs gibi manasız -hayır bilinçaltı deyil olamaz- rüya,düş aktiviteleri)

Kadınca endam olsun, cazibe olsun, şöyle salına kırıta yürüme modeli ( ııh hiç şansın yok çötönk diye düşersin)

Efendi efendi koca kadın gibi aristokrat bir sofra adabı (menemene şımbırs diye ekmek batırmadan yaşamak mümkün değil sezilerülkesinde)

Genel olarak harita bilgisi (ay efem mköy etilerin şurasındaymış, Konya Ankaranın solundaymış, şu köşedeki pideciden sola dönünce bizim eve varılırmış, bıdı bıdı. hiç mi hiç anlam ifade etmez bana! 45 sene pidecinden sola dönerim, bir gün pideci kapansın evimi billa bulamam. Sürekli kaybolmak, 5 sene her hafta mutlaka geçtiği yolda 'aaaaaaaaa burası da neresi ki, hiç bilmediğim yer '' gibi angut tepkiler vermek de Sezilere özgü andavallıklardan)

Total olarak matematik ( çarpım tablosunu 7lere kadan biliyorum o kadar fena, yani. sezi olayım einstein gibi kır kabarık saçlarımla e=mc2 vs yazayım , milletin dibi düşsün gibi bir durum olamıyor Sezi olunca, pi sayısının niye sabit oldugunu biri çıkıp anlatsın aaaaaaaaaaaaaaa!)

Teknol dediğimiz çok düğmeli, ışıklı, kablolu aletler (bunu da çok denedim, play-pause'dan bir adım ileri gidemedim, o an bi şekil çözüp sonra unutuyorum, her dvd izleme yeni bir macera. Sen tek tuş olabilirsin Sonykardeş ama ben değilim o nolacak?)

Kaş almak (kuaföre para vermiyim diye celallenip elde cımbız cerrah edasıyla ayna karsısına geçmek ve sonuç mutlaka yamuk bir kaş:)

Trapezci olsun, ipte yürümeci olsun denge gerektiren bilimum işler (düz yolda yürüyememekten mütevellit:)

Hayvan Belgeselcisi (kaplanlara evet ama yılan, böcek, solucan, ıııh! doğaya karşıyım, gerek yok doğaya falan)

Bakkal amca (Sabahtan akaşam kadar bonibon yerim, 768 kilo olurum şaşarsın)

Futbol hakemi ( aman ne o öyle koş allah koş ne yapsan yaranamazsın ne desen itiraz! ama yorumcu olurum süper, ciddiyim)

Petek dinçözle sabah programcısı (kanal kapatılır korkumdan ama safiye -faik olayına direkt varim)

Zeynep'le kano sporu (senkron sıfır, bi sürü çığlık, ay plaja rezil oluyoz valla)

Astronot (çenemden bıkıp zuzay boşluğuna beni şıftırtırlar diye tırsmaktayım)

ay daha çok var yaw:)

çizdiğim profilden ürktüm desem:)