4 Tem 2014


 Kendini öldürmesi insanın
Düştüğü yerde kalması değil mi?

 Bana bir saat verdin
Geçmişe akıyor
Saat şakağımda dünyanın kalbini Kabe’den duyuyorum
Tik tak
Canımı dişime takıp secdeden kalkıyorum
Yüreğime çıkışıyorum
Yaşamak ölmek meselesi değil
Kumsalla çöl arasındaki bir deniz farkla
Yaşayacağım
Akşam göğünden bir salkım yıldız koparıyorum
Sırtımı Kıble’ye dönüyorum

Artık dua etmemesi insanın
Allah’ı öldürmesi değil mi?

İçindeki...

2 Tem 2014


Denizi görmeden kıyısından dönen
Sensin
Dört nal geçip gittiğin
Gece ormanları, ırmak yakamozları,
Bir aşkın bitişi
Yakılmış günler, kum saatleri,
Zaman geçmez, iyileşmez,
Göz kırılması, boğazımda bir taş,
Bir bıçak tam şuramda 
Sensin zaman


11 Haz 2014


Seni üzdüm. Seni üzdüğüm yerde kendimi öldürdüm.
Sol elimi koparıp atıyorum boşluğa.
Sevinecek bir şey bulamıyorum…
Kuşlar bir anda durdu. Kanatlarını katladılar.
Gökyüzü küçülüyor.
Kuşların azlığından.
Alçak tavanlarından evlerin ciğerim acıyor.
Nefes...
Tek bir nefesim kalsaydı
Toplardım göğsümde dağılan narı

Seni şimdi
Bu göz susuzluğunda
Bu yalan yataklarında
Özlüyorum



23 May 2014






Göğsüne vurup duran
Bir sarkacı unutabilir misin?

Unutmadım gözlerini



''ibrâhîm
içimdeki putları devir
elindeki baltayla
kırılan putların yerine
yenilerini koyan kim

güneş buzdan evimi yıktı
koca buzlar düştü
putların boyunları kırıldı
ibrâhîm
güneşi evime sokan kim

asma bahçelerinde dolaşan güzelleri
buhtunnasır put yaptı
ben ki zamansız bahçeleri kucakladım
güzeller bende kaldı
ibrâhîm
gönlümü put sanıp da kıran kim''


Asaf Halet Çelebi


16 May 2014

Mutsuzum. Ruhuma-kalbime-düşüncelerime uygulanan yoğun bir baskı var. Bu baskıyı uygulayan silahlar/sopalar değil. Ruhlar! Dünyayı/dünyamı ele geçirmiş, kaçamadığım, belki/korkarım benim de onlara kaynaştığım bu kalabalık soluduğum havaya karışıp, etime işleyip, beni bu ülkeye, dünyaya, aileme, arkadaşlarıma, evime, odama, aynadaki yüzüme ve aslında bütün insanlığa yabancı etti. Yokmuşum, olmamalıymışım, benim varlığımda, ruhumda büyük bir diken varmış ve bu pütürle uyumsuz kalmışım zamana ve insanlığa...

Çocukların gözleri, denizlerin güzelliği, uçan bembeyaz kuşlar ve ormanlar dışında dünyayla, tarihle, insanlıkla aramda hiçbir uyum, yakınlık yakalayamıyorum.
Hayır, nefret etmiyorum ama aynı tanrılara tapmıyorum, aynı marşlarda yürüyemiyorum sizinle. Hiçbir bayrağa, ülkeye, marşa, etnik gruba, ten rengine siyasi partiye aidiyet duyamıyorum.
İnsanlığın bütün arka bahçelerini, kilitli odalarını, gözlerinin arkasında riyakarlığı, bencilliği, kötülüğü görmüş olmak. Sonra oturup oyuna devam etmek ve bunun utancı.

Bana benzemeyen ama onlara yavaş yavaş benzeştiğim ve bunun için kendimi öldüreceğim bu kalabalığı anlamaya çalışıyorum. Çevrem onlardan olmayan her duygu ve düşünceyi toptan bir kefeye koyup kategorize eden ve küçümseyen, hemen her konu hakkında sarsılmaz fikirlere sahip, kendini modern – aydınlık-ahlaklı zanneden , ezberlediği değerlerin başını tutan, başını gömdüğü kumdan iphone ekranı ve twitter-facebook sayesinde çıkmış, orada okuduklarıyla şahane bir aydınlanma yaşamış ve mail fw ederek, kalabalığa karışarak kendini devrimci kabul eden bu güruhla dolu!

İnsan ne zaman yalnız kalır sahi? Karşı koltuğunda biri oturmadığında mı? Kelimeleri, anlamları kaybettiğinde mi? Ben dünyayı hep kelimeler aracılığıyla gördüm. Okumak yetmez o okuduklarından, sana öğretilenlerden, yeniden yaptığın, vazgeçtiğin değerlerden, cümlelerden bir insanlık çıkarabildin mi asıl mesele bu!

Ama senin insanlığın bir tatlısu kovboyluğu dostum. Sen kalpazanlığın, soygunun, talanın, yok edişin, yüzeyselliğin, orta çağdakinden daha beter bir cahilliğin, insan-tanımaz bencilliğin, cebi dolu solculuğun, senden ibaret bir modernlik-refah bilincinin , Allahsız dinciliğin, hırsın, küçük ruhların, gönül darlığının takım elbiseli, ince topuklu, valsli, marşlı, dualı, başı örtülü, başı çıplak, başı boş, çok cocuklu, evli , bekar, evi çok odalı, yüzük parmağı pırlantalı, çok kahkahalı, bol Amin’li sürümüsün.

Bizi insanlığın leşlerinden yaptılar. Kokuşmuş ruhlarımız kendini rahatlatsın diye alışveriş yapıp, üreyip, kredilere girip, büyük ekran televizyon alıp, çöp gıdalar yedikten sonra hırsla spor yapıp, çok çalışıp, sonra tatile gidip, bolca boyalar sürüp, zamanı bile pahalı saatlerle ölçüp, genç ve güzel ve güçlü ve mutlu ve başarmış görünmemiz gerekiyor.

Biz zavallı robotlarız, kağıt fareleriyiz ancak kendimizi şahane,özel-vicdanlı-modern-aydınlık-özgür zannediyoruz. Özel / şahane / iyi kalplı insanlar olduğumuza öyle inanmışız ki! İçimizde insanlıkla paylaşmazsak yazık olur sanat-şiir-resim ve şarkılarımız var! Dandik müziklerle, kitaplarla , şiirlerle piyasaya sürip duruyoruz kendimizi. Hepimiz çok özel çok yetenekli çok farkındalıklıyız. Şahaneyiz... Herkes şahane!

Beğenilmek için ölüyoruz! İçimizde gizli kalmış yeteneklerimizi parlatmak için, alkışa şayan yanlarımızı keşfetmek için ölüyoruz. Biz bu alkışa, bu panayıra tapıyoruz. Ölen çocuklar, açlıktan çamur yiyenler umurumuzda değil bizim. Biz dediğim işte sen ve ben. Devlet dediğin, asker dediğin, ülke dediğin, ırk dediğin, kara sahası-hava sahası dediğin şanlı tarih dediğin burası bizim dediğin ne varsa senin değil canım kardeşim. Kusarcasına yuttuğun bu dünya, bu ağaçlar, bu , ağlayan insanlık!

13 May 2014


" Eğer kimse izlemiyorsa, herhangi bir şey yapmanın çok anlamsız olduğunun farkına varıyor insan. Çarmıha gerilme sırasında izleyici sayısı düşük olsaydı, olayı başka bir zamana ertelerler miydi, diye düşünmeden edemiyorum. İsa'nın neredeyse çıplak olmadığı bir haç hiç görmedim. Hiç şişko bir isa görmedim. Ya da vücudu kıllı bir isa görmedim. Gördüğüm her haçta isa, belinden yukarısı çıplak olarak bir kot markası veya erkek parfümü için modellik yapacak görünümde.''



12 May 2014


Beni kollarında tutup ağzımdan öpüyorsun
Omuzlarım ellerinden kendine kanat yapıyor
Bu şehrin sokakları var, evleri var, karanlık köşeleri var
Karşılaşamadığımız hiç
Otursak otursak bir masaya oturuyoruz biz
Koca bir atlas aramızda, göç yolları, yüzyıl zaman,
Yaz gökleri kış gökleri, ellerinin mavisi,
Bir kuş ne kadar uçabilirse…
Gövdeni senin anakara belledim,
Sana varacağım, bir zambak bırakmak için göğsüne
Benim için bir orman, bir rüzgar, bir denizin mavi üstüsün sen
Seni kuşlar kadar özledim

29 Nis 2014


Sana geliyorum
Kolunda boynunda ne varsa at fırlat
Elbiseleri, örtüleri
Saçlarımı aç, ilikli ne varsa çöz
Çünkü aşk ayıklanmaktır çerden çöpten
Sarmaşıkları, ölü otları sıyıracaksın elinle
Göğsüme batmış dikenleri çıkaracaksın
Soluğun karnıma karışacak
Beni göreceksin…
Çünkü sen beni görmezsen
Ben hiç görülmemiş olacağım
Hiç uyanmamış olacağım
Ağzında uyanmazsam

Gülleri
Geri
Gömeceğim
Göğsüme

22 Nis 2014


" Tel cambazı istiyordu ki dünya istediği gibi olsun.
Bile bile aldanmaya vardırıyordu işi
ama olmuyordu, kendisi vardı "

10 Nis 2014



Kapı sesi, cam pencere sesi hep
Ciğerimde, tam şurada bir taş biliyorum
Senin bana yaklaşan yüzün
Kandan kamaşmış
Senden bana nasıl gidilecek şimdi?

Gördüğüm en deli at seninkiydi
Akşamları ağlamayı ondan öğrendim
Çıplak sırtımı sana dönmeyi
Yerlere bırakmayı elbiseleri
Ama sevişmeden önce
Silahları suya atacaktık
En güzel ben ölsem, en güzel şiiri yazsam,
Bir çığlık şimdi kelimeler
Sen bütün bunları şiir mi sandın şimdi?




Ben aşkı göğsümde nefes biliyorum
Soluğum körük
Ciğerim ses
Kıyıya vuruyor
Vuruyor
Ben aşkı yanımda usturmaça taşıyorum
Bütün denizlerinle gel
Çarp bana
Dalyanlar balık dolup taşıyor
Bir gece nilüferi karanlık sularda
Sayıklıyor
Gölgelerde eski bir gül çürüyor
Bir yılan çeşme başında suyu bekliyor
Gel beni yeniden yap çamurdan ov güneşe koy beni

"Mavi efendim benim"
Ben aşkı içimde bir deniz biliyorum
Bekliyorum adımlarını uzaklarda bir ada gibi


9 Nis 2014


Çocuk öldü

Babası eski şehir çarşılarında bakır, gümüş ovalayan
Göz kamaşmasından duymamıştır selasını
Bir gece almışlar, geri vermemişler oğlunu
Durmuş bekliyor duvarda koca saat
Anası durmadan ot kaynatır, ah eder, bekler odalarda
Balkona çıkmaz, su içmez, ciğeri küçülmüş
Sıcak sütü üfleyerek içirirdi oğluna

Öldü oğul


Sofralara dimdik oturup sonra anason ağlayan adamlar 
Bir kadından verem almış olmalılar
Akşamları külhanbeylerinin ciğerlerini ikiye büken
Bir iç çekiş
Uzak mahallelerde kat kat evlerde
Bir kadının karanlık penceresine

Bir nara

Aşk..



"İnsanın gerçek dediği ve senin burada gördüğün, dokunduğun her şey,
psikolojisinin maddeye dönüşmüş halidir.
İnsanın düşünceleri maddeleşerek "dünyayı" oluşturur.
Gerçekler, düşüncelerdir.
Dünya, sen böyle olduğun için böyle!"



"İnsanlar ölmekte olduğunuzu sanırlarsa, bütün dikkatlerini size veriyorlardı. Bu gün sizi son kez görüyor olma ihtimalleri varsa, sizi gerçekten görüyorlardı. çek defterleriyle ve radyo şarkılarıyla ve dağılmış saçlarıyla ilgili her şey pencereden uçup gidiyordu. Bütün dikkatleri sizde oluyordu. İnsanlar kendi konuşma sıralarını beklemek yerine sizi dinliyorlardı."

8 Nis 2014



"Deniz o kadar durgun o kadar durgundu ki
karıncalar su içerdi."

"İktidar hayatı hedeflediğinde ,
hayatın kendisi iktidara direniş olur"

Gilles Deleuze

Bertrand Russel "Bir insanın 20mhp hızla koşabilmesi nasıl her insanın aynı hızla koşabileceği anlamına gelmiyorsa; birkaç insanın düşünebilmesi, her insanın düşünebileceği anlamına anlamına gelmez!" dediğimde bana kızıyorlar. Bunun üzerine "Kaç kişi babasının inandığı dine inanmıyor?" dediğimde ise, susuyorlar"
Diyor. Alın bu cümledeki "din" kelimesini, körü körüne savunduğunuz tüm değerleri, inançları, korkuları, alışkanlıkları, kahraman ve düşmanlarınızı koyun! Kendinizden nasıl bu kadar eminsiniz? Sizi siz yapan şeyleri oraya siz mi koydunuz? 


Nakkaşlarla ilgili bir hikaye okumuştum. Bir nakkaş sürekli parlak ışığa bakarak kendini kör etmeye calışıyordu. Ressam niye gözlerinden vazgecer ki? Belki yeterince gördüğünde...
Hatırladığı gibi cizmek istemek. Nakışa asıl anlamını ancak böyle verebiliyoruzdur belki.
Anlatırken ona bakmayarak...
Bunu arıyordu o nakkaş! Kör oldugunda; eline kalemi bir alsa olağanüstü güzellikte cizebileceğini hissettigi anda nakşetmeyi bıraktığını yazıyordu kitapta.
Ustalaştığında vazgecmek... Belki artik gerek kalmaması...
Resmin, nakışın, el işinin, ressamın, ellerin, güzelligin, anın ve anının birbirini tamamladigi o kusursuz an!
Gözler ne işe yarayacaksa!
Cünkü diyordu kitapta az veya çok bütün ressamlar aslında anılarını kullanıyor. Uzak veya yakın!
Resim bir hafıza işi. Ressam karşısına bir modeli alip onu kağıda resmederken bile ikisini ayni anda göremiyor. Bir bakış çizdiği manzaraya sonra bir bakiş kağıda. O bir anda bile aslında görmeden resmediyor. Hafızanın derinleşip gördügün seyin her hattını , o cizgilerin anlamlarını aklına, ellerine kazıdığını düşün. Öyle bir ustalik!

Aşkın gözü kör degil! Aşk kör bir nakkaş...

Ilk öpüşlerden , ilk sevismelerden hatırladığı ne varsa, ellerinin değdiği her yere onu ciziyor.
Inandığı aşkı, hayal ettigi aşkı, o adama o kadına tamamliyor aşk. Sayıklıyor.
Kör çünkü ve görmüyor karşısında egreti duranı, imkansizi.

Ama bin yılda bir, bin yılda bir, bir gün...
Nakış ve nakkaşın gözleri birbirini tutarsa!

Ruh esi nedir hic düşünmüş müydün?
 
 
 

“Bir zamanlar bir mıknatıs vardı. bu mıknatısın yanıbaşında çelik eğe talaşları yaşardı. Bir gün üç-dört eğe talaşı mıknatısın ziyaretine gitmek için ani bir istek duydu ve bunun ne kadar güzel bir şey olacağı üzerine konuşmaya başladılar. Yakınlarındaki diğer eğe talaşları da onların konuşmalarına kulak misafiri oldular ve onlar da aynı arzunun çekiciliğine kapıldılar. Onlara başkaları katıldı ve... sonunda bütün eğe talaşları bu konuyu tartışmaya başladılar --başlangıçtaki belli belirsiz istek yavaş yavaş bir itkiye dönüşmüştü: 'Neden hemen gitmiyoruz?' dedi bir kısmı; ama diğerleri ertesi güne dek beklemenin daha iyi olacağını düşünüyorlardı. Oysa zaten bilmedikleri bir zamandan beri, görünüşte onlarla hiç ilgilenmeyen ve tamamen hareketsiz duran mıknatısa doğru iradelerinin dışında çekilip duruyorlardı ama onlar bunun farkında olmadan, komşularına gittikçe daha fazla yakınlaşarak tartışmalarını sürdürdüler; konuştukça da gitme özlemleri büyüdü.Bazıları, mıknatısı ziyaret etmenin ödevleri olduğunu ve aslında bunu çok daha önce yapmış olmaları gerektiğini dile getirdi. Sonunda sabırsızlar ağır bastı ve tüm grup 'beklemenin anlamı yok. Bugün gideceğiz. Şimdi gideceğiz. hemen gideceğiz.' diye bağırarak, tek bir kararlı vücut halinde azametle yürümeye başladı. Göz açıp kapayıncaya kadar her yandan mıknatısa yapıştılar.
İşte o zaman , mıknatıs gülümsedi”

 
Oscar Wilde

Şu sağlam irade diye adlandırılan duruşu, o veya onun tam zıttı değerleri temsil eden ancak aynı rapraplı başka "duruş"lara hür iradesiyle hayranlık duyan, tekbirlerle veya marşlarla coşanları düşündüm. Bana ne öğretmişlerdi? Acaba kaç kez "faşist" oldum ben? Ben kimin katiliyim, sessizliğim kaç cesede toprak örttü? Kaç kez ölülerden ölü , cenazelerden cenaze beğendim ağlamak için? Ah benim neresini kazsan ölü çıkacak ülkem! Susturulan sesler, renkler! Günah keçileri, ışığı üstüne tuttuğumuz sevmediğimiz katiller, artık ressam sevdiğimiz canımız katiller, karakolların arka bahçelerinde asit kuyuları, "ama onlar da...." diye başladığımız zavallı cümleler, ne çok kurşun varmış benim kalbimde! hiç acımamışım, bana benzemeyen kimseye ben, Ah Berkin'in o kara gözleri martı kaşları, sorgudan dönemeyen o güzelim çocuklar 13 yaşında askılarda öldüğünde , ben bunları öylesine duyduğumda niye düşeyazmadım! Hiçbir şey için geç değil aksine çok erken! Tarihimizle yüzleşip, dinlediğimiz onca marştan, ilahiden, kitap cümlelerinden, Cumartesi annelerinin gözlerinden, Berkin'in çocukluk düşlerinden bir "insanlık" çıkaracağız önce! Sondan başlayamayız! Anlamıyorsunuz! Nefretinize ortak olmamı istiyorsunuz! Aklım başıma yürüdüğü ilk andan itibaren ülkeme, dünyaya ve insanın kıt kalbine duyduğum "tiksinti"ye hoşgeldiniz! 


"Faşizm, atılan ilk bombalarla başlamaz. Her gazetede her gün üzerine rahatlıkla birşeyler yazılan terörle de başlamaz. Faşizm insanlar arası ilişkide başlar. İki insan arası ilişkide başlar!" Der Ingeborg Bachmann. Ne kadar haklı. Televizyona bakmayın. Gazetelere, yöneticilere, sokaklara bakmayın! Hayatınıza bakın, babanıza, annenize, eşinize, öğretmenlerinize bakın. Arkadaşlarınıza bakın. Aynaya bakın! 

10 Şub 2014


Ben yağmurdan korkmam.
Ama evler var!
Pencereler yüzünden, yollar yüzünden
Evler delirmeden önce
Hangi oda maviydi unuttuk!

Sahi unuttun mu kuşların sesini?
Omzunda bir deniz dövmesi
Üzerini öperek kapıyorum

Ben maviden korkarım
Ama bu çok!

29 Oca 2014


Güzel pencerelerde
Bir kadın elinde şapkası, elinde başı.
Gidebilirdi
İçine kuşlar koyup, tenini kapayıp,
Karnından öpebilirdi seni.

Kabullenemiyor belli
Az yazları
İncir mevsimi bir türlü gelmeyince
Kurulunca kuş tuzakları
Yerlere biraz dut düşmeyince
Yeşil böcekler , karıncalar için
Uçarken ölen, düşemeyen ne varsa gökyüzünde
Kuşları, yaz yapmayan bahçeleri, sarmaşıkları,
Hepsini
Doldurup eteklerine
Tutup elinden senden olma şiirinin
Gitti…

28 Oca 2014


Yüzünü ören taşları bir bir söktüm
Yüzün boşluk
Yüzün yok senin düşle dur artık kendini
Yüzün bende , çekmecelerimde
Kilitler, naftalinler içinde
Nafile
Zaman heryere sızıyor
Zaman hep küf büyütüyor odalarımda
Öç yataklarında seni
Sayıklar gibi
İnler gibi
Ulur gibi
Bekledim.


Kara büyüler
Deniz dibi cinleri
Tüysüz kuşlar
Sesi olmayan
Kör balıklar arasında
İpek, saten, kadife dikiyor
Ve simler, pullar
Ağlıyordum


Sonra kendi ölümü buldum.
Meğer beni bir meydanda, İzmir’in orta yerinde yakmışlar
Kül uçuşmuşum
Biri ölürken bakamazdın filmlerde
Beni seyrettin!


Şimdi bir silah sesi bütün sonları nasıl da değiştirir!
 
 

22 Oca 2014


Yola çıkalım seninle
Büyük gemilerle değil
Büyük denizlerde
Uzun yola çıkalım


Yaşasam napardım?
Ağzımda olta yaraları
Suya geri atladım