28 Nis 2011

"You don't have a soul.

You are a soul.

You have a body."

Nietzsche

"Yol yok, iz yok; uçurum var, ölüm sessizliği var'' diyorsun.
ama sen istedin bunu! Niçin ayrıldın yoldan?
Hadi, tam sırası! Soğuk, keskin bir bakışla yürü.
'tehlike var' dersen, mahvoldun demektir!
Bu görselin altına ne yazılabilir ki:)
ühühüühhhüü:)

27 Nis 2011

''the fall''

yoksa siz hala izlemediniz mi?

26 Nis 2011

Bir salyangoz bir kaplumbaga tarafindan soyulmustur. Polis salyangoza olaylarin nasil cereyan ettigini sorar. Salyangoz cevap verir:“hersey o kadar hizli oldu ki''
Kapi calinir kadin kapiyi acar esikte bir salyangoz durmaktadir. Kadin salyangozu alir ve bahceye firlatir. Iki hafta sonra yine kapi calinir kadin kapiyi acar. Salyangoz yine kapidadir. Kadina bagirir “hey sen neydi o tavir oyle!”

25 Nis 2011

Arkanda bir sen belirmiştir elinde bıçak , sırtın gerçekliğinden üşüyordur. Bir şeylerin ters gittiğini, düzelmeyeceğini anladığın ve uçuruma atladığın o an. Geçmeyecek. Tüm teselliler yalan. Zaman bu cinayetleri gülüşlerine serpiştirecek. O ilk seni nerede öldüysen. Orada. Sonrası yok. Sonrası kalabalıklar ve bir sürü yıllar. Sonrası bir evin bir odasında ansızın hatırladığın bir acı söz , bir vazgeçiş.

The Fall

Saçma Sapan Şeyler...

- Dolar, Euro, birleşik bilmemne endeksi.
- Hava sahası - Kara suları - Sınırlar
- Milli gaza gelmeler, ırksal böbürlenmeler.
- Milyonlar kazanıp bi çimenlikte top koşturan futbolcular ve cebinde 10 TL ile maçlara gidip ağlayan / havalara zıplayan taraftarlar bi de takım elbiseli , puro/viski sever loca sahipleri + saatlerce pozisyon tartışan futbol yorumcuları.
- Dizi izlemediğini böyle gerim gerim gerilerek beyan edince Proust'un Kayıp Zamanın İzinde'sini okumuş gibi göründüğünü sanmak.
- Politik görüşü AKP'den nefret etmekten ibaret olanlar.
- Tatile giderken valize bi güzel doluşan kıyafetlerin dönüşte bi türlü sığışamaması.
- Evlenince boyu uzadı sanıp kasım kasım kasılan kadınlar.
- Evli çiftlerin herhangi bir sıkıntısına şahit olunca ''ah aman iyi ki evli değilim'' diye kendi kendine övünen bekarlar. ( bekarların da nice çöküşlerini, krizlerini gördük ama şişinmedik biz)
- Astrolojik kılıflar ( eveett şimdi birlikte Jüpiter'e biniyoruz:)
- Her türlü bireysel sıçışı evrensel ümitlerle donatmak ve olan herşeyi daha daha hayırlı bir üst olayın vuku bulacağıyla ilişkilendirmek ( sevgiliniz sizi terk mi etti? Demek ki daha iyisi gelecek evrenden:) acil şifalar diliyorum bu kozmikcanlara. Dünya ne halde zerre farkında mısınız? Meşgul etmeyin dilek. Bu kadar evren-kosmos muhabbetinden sonra yüreğinizden sadece koca ve para gibi bencilliğin daniskası dilekler geçmesi de ayrıca tuhaf.
- Çimlere basılmaz uyarısı ( şöyle Camış gibi yayılamayacaksam neyliyim çayırı çimeni)
- Cebi üç kuruş para görüp, havalı kartvizi olunca keli/göbeği/sararmış dişleri/kıro kişiliği görünmez oldu sanıp bana kız mı yok pozuna bürünen herifler. - Üç kuruş menfaat için uyuz uyuz adamları'' ah bi boşatsam şunu, beni alsa ben de Ulus'ta sitede otursam, hayatım kurtulsa'' diye hayallenip bu adamları poh poh pohlayan kadıncıklar.
- Her istediğimi yemem ve kilo almam ( saçma ama bu hem de haksızlık, tabikisi de kendi istediklerimi yiyeceğim, alla alla ya:)
- Ispanaklı böreğin, profiterolün Haydi Kulum fiziğimi sabote etmesi:)
- Sinema gibi en çıtsız en ''bir ki üç tıp'' olması gereken mekanda en patırtılı yiyecek olan mısırın yenmesi.
- Milletçe 6 daireli bi apartmanı bile birbirimize düşmeden, vesveye vermeden yönetemeyen bizlerin sokaktaki insanın ta kendimiz olduğunu unutup, soyut bi devlet kavramı yaratıp oradaki temsilcilere bakıp bakıp 'cık cık ' dememiz.
- Meclisi uzay mekiği sanmamız. ( ceylan derisi koltukların üzerinden bildiriyorum ki vekiller de uzaylı değil bağrımızdan kopan insanlar)
Isırdığımız çöreğin bütün kalmaması.
- Kadınların kendilerinden ayrılan her adamın arkasından '' bana aşık oluyordu , korktu, işte kaçtı bıdı bıdı'' yapması.
- Benim dünyanın en güzel topuzunu evde temizlik yaparken rastgele saçıma iliştirdiğim toka ile yapmam. mühim zamanlarda zinhar becerememem, tutturamamam.
- Köşe yazarlarının bazılarının yazamaması.
- Şarkıcıların bazılarının şarkı söyleyememesi.
- Uçan adam Sabri'nin uçamaması:)

20 Nis 2011

Zaman az... Zaman uçuyor. Zaman yıllandıkça geriye doğru sarılan bir film şeridine dönüşüyor. ''Yaşlanmanın bir emaresi de'' demiş Haşmet Babaoğlu '' Gelecekle değil geçmişle uğraşmak''. Düşündüm yeniliyoruz 'tiktak'lara. 20 yaşında bi kız dunyayı gezmekten, teknede yaşamaktan, doktor olmaktan bahsederken 50 yaşında bir kadın genelde 20 yaşındayken yapmayı planladığı, yaptığı , yapmadığı şeylerden bahsediyor.

Gelecek yaklaşan ve bitmeye yüz tutan sınırlı bir kaynak olduğu için hesapta biriken geçmişi sohbetlere konu etmek daha kolayımıza oluyor. Belki de korkuyoruz yine söyler yine yapamazsak diye. Yüksek sesle gelecekten konuşalım o zaman. Neler neler yapacağımızdan!Bunu da onu da, hepsini, hiç birini, istersem yarı yolda tornistan, maymun olurum, iştah benim kime ne.
Denize yaklaşacağım, kararım kesin, Palau'ya gideceğim, evlat edineceğim, eşyalarımı azaltacağım, beklentilerimi azaltacağım ama ruhumu küçültmeyeceğim hiç. Kimse okumayacak olsa dahi o kitabı yazacağım, kendi kendimle imza günü belki de ne kadar şiirsel olur. Seçimde oy pusulasının üzerine kocaman kırmızı harflerle ''hepinizden ayrımsız hepinizden nefret ediyorum, değil size herhangi birinize oy vermek, beni temsil için bakkala göndermem sizi'' yazacağım, beni hiç alakadar etmeyen kavgalara karışacağım sonra, kimi haklı buluyorsam onun avukatı olacağım. Kurumsal saçmalıkların , ego krizlerinin kol gezdiği toplantıların birinde ''onu yaparım bunu yaparım'' diye hömküren birine kol saati hediye edeceğim. Düzeysiz biliyorum ama neyleyim hayalim böyle. Orhan Pamuk'la tanışacağım. Kafamın üstünde döneceğim, uzaya gideceğim. nokta!

Yeşil Peri Gecesi

''Ölecegim ali. Bundan kurtuluş yok. Yine de ölmeden önce kanima kuvvet, gözlerime fer gerek. Seni daha cok sevebilmek icin. Ölürken bile hep sevdigim gibi sevecegim seni. Sen istesen de, istemesen de. Hem benim seni sevmemden sana ne? Aşkın has olani bir karsılığı olup olmadığıyla ilgilenmez. Has aşk, tutuldugu varlıkta bir deger var mi yok mu umursamaz. has aşk tanrı askına benzer. Sen tanriyi cok seversin, ama o herkesi sever, hatta belki seni sevmez. Ama ben tanrıyı degil, seni seviyorum Ali ve ben küçücük, alelade, zavalli bir insancığım. Varlığım, yeteneklerim cok sınırlı. Sevme gücüm tüm evreni kapsamaya yetmiyor. Tanrıyı kapsamaya yetmiyor. Sevgimi ancak sana adayabiliyorum. o kadar küçüğüm işte, düşün. ve kadınım sonucta, bütün kadınlar gibi ben de bilmek istiyorum.''

"Ali sen beni gercekten sevmis miydin?"
“bizde itiraf yoktur.
bizde itiraf eden huzur bulmaz.
bizde itiraf demek, suçumuzun her bir ayrıntısının hücrelerimize yapışması demektir.
Biz itiraf edersek unutamayız. Biz oysa unutmak isteriz, olmamış gibi yapmak.
Biz mecbur kalırsak tövbe ederiz hemen ardından unutmak için, suçumuzu da öyle fazla sayıp dökmeden üstelik. (allah biliyor nasıl olsa, ayrıntılarla onu meşgul etmeye ne lüzum var?)
Bizim tarihimiz unutarak gömdüğümüz günahlarımızın tarihidir. kurcalayıp durmayın.

Eski defterleri açmanın ne faydası var canım?
Biz dolaylı insanlarız, bizde yalanlar ve gerçekler arabesk motifler gibi iç içe geçer.
Bizim milli ikilimiz suç ve ceza değildir. Bizim milli ikilimiz suç ve unutma’dır.
Süleyman amcanın elinde en uyumlu milli ikilimiz vardı. Rakı şişesiyle kehribar kavun.”

Yeşil Peri Gecesi

“Umut bana ancak öfke kılığında görünebilir, umut bundan böyle ancak kısa ve öfkeli anların hükümdarlığı olabilir
Eskiden ''çapkıncıklar'' bi zahmet poposunu koltuktan kaldırıp, parasına kıyıp bir bara kapağı atıp, akşam boyunca pusuya yatıp, sağı solu kollayıp, radarları açıp ''potansiyellerden'' eleme yapıp, ona göre zaman kollayıp, uzaktan göz kontağı, işte bakışmalar, süzülmeler vs ile cesaret toplayıp, yavaş yavaş yanaşıp, olmadı lökkedenek muhabbete dalıp, içki ısmarlamaya kalkıp, sigarasını yapıp yani bir yollar deneyerek, öyle veya böyle zavallıca ve/veya çok cool bi faaliyetlerle barda kadın tavlama harekatlarına girişirlerdi.

Dost arkadaş ortamında tanışma, grupça sinemaya gitme, telefonunu isteme, makul efendi bi saatte çekinerek arama, müsaitse havadan sudan konuşma, heyecan duyarak randevu koparmayla başlayan flörtlerden bahsedemiyoruz bile artık farkındaysanız. Onu geçelim.
Ne diyorduk; barlarda akşamın erken saatlerinde nezih bakışma ve süzmeler , gece yarısından sonra alkol kana iyice nufus edip ''ya herru ya merru'' diye ortalığa jaws gibi saldıran adamlardan-kadınlardan bahsediyorduk. Bahsedebilseydik keşke. Bu da bitti. Sevmezdik. Cık cık derdik. Ama gerçek bir ortam gecelik de olsa bir seçim, sönük de olsa bir umut, tutmayacak da olsa yalnızlığa yamalar vardı.

Şimdi facebook var. Koltuğundan kalkmaya bile zahmet etmeden 3500 kişilik ''friend list''inin ''friend''lerinden ''friend'' beğenen, yorumlara hemen bilgece, olayı çözmüşçe yorum döşeyip , ''like'' edilen, onu bunu şunu beğenen. Bunu bile bir sosyalleşme bir çaba, bir faaliyet, bir temas olarak algılıyorum. Bunun sonunda gelsin ''add friend''ler, yeni ''connection''lar. çevre genişlesin bb'ler hiçler susmadan ''notification'' bildirsin bık bık bık. Zaten mühim kariyerlerimizle pek meşgul pek bi mühim insanlardık, zaten evde anamızın babamızın eşimizin yüzüne bakmadan konuşan wireless insanlar olmuştuk olsun, facebook bizi update etsindi.


İtirazım facebook romeolarına! Kardeşim manyak mısınız allasen ya! işiniz gücünüz mü yok. Tanımadığınız bir kadının profil resmine otuz saniye bakarak verimlilik analizi yapıp, hemen nano teknoloji iltifatlar tespitlerle gönül fethetmeye başlıyorsunuz.

diyelim profil resminiz tek başınıza, böyle cool bi poz hemen bir mesaj beliriyor '' yalnız ve vakur duruş bir kadına bu kadar yakışır ne kadar farklı ve ne kadar güzelsiniz bilseniz!'' veya böyle ağlak sümsük bir resminiz var o zaman '' gözlerinizdeki gizli hüznü düşünmeden edemedim. sizin gibi güzel ve klas kadını tanımak isterim'', bir kaç arkadaş şöle felekten bi gece araklarken eller havaya bir resim mi koydunuz heman sizin için gelsin '' hayranım bu yaşam coşkunuza, neşenize'', hafiften orta yaş ''man-a-pause'' yani ''adam bi dur ya'' bir resim varsa profilinizde sizi de unutmadık hamfendi '' yıllanmış şarap gibisiniz'' Arkadaşım acil şifalar diliyorum sana, nereden bildin nereden anladın, gözlerimdeki hüznü, gönlümdeki buhranı, iki yorumumdan beni Einstein ilan ettin, iltifatlarınla mest ettin:) Şimdiii olay burada çetrefilleşiyor. Ben ''sağolun güzel sözlerinize, ben evliyim, lütfen bir daha mesaj atmayın'' deyip savurabiliyorum bu sahte iltifat bombardımanını. Zaten anında bir ''tıss'' sesi geliveriyor. Yalnız , boşlukta, arayışta, ümitli, kafası karışık bir kadın ise tuzağa düşebiliyor. Diyeceksiniz ki ''alan razı veren razı, bu ilk günden güzel sözlerin, iltifatların doğru olmadığını kadınlar da biliyor'' doğru evet. Karşılıklı bir ''kandır beni, yalanlar fısılda, inandır, tavla, sonra arazi ol'' anlaşması varsa bana susmak düşer. Ya da düşmez buradan böyle çemkiririm işte. Blog benim değil mi. kime ne kardeşim. aaaa. Uyuzum bir kadına Prens Albert gibi davranıp sonra kırmızı bültenle aranan interpol suçlusu gibi araziye uymalarınıza.
Cennet sevdiğinin yanı mıdır? Değildir bana sorarsan.


Değişir çünkü; kimi sevdiğine göre, artık kim olduğuna ve olmadığına göre beti benzi atar sevginin. Bir bakarsın yanın ışık hızıyla değişir olmuş ve kalabalıktan yorulmuşsun. Bir yer var ; içindeki senin seni yiyip bitirmediği, mutemadiyen sıçışlarına okkalı ve kozmik bahaneler bulmadığın, aklının , kalbinin ve ruhunun ayni mavi suda huzurla elele yürüdüğü, kişilik bozukluklarina karizma, serefsiz adamlara ''ıssız adam'' demeyi biraktigin, aynada kendi yanagindan kocaman optugun ve "aman kalbim daha cok isimiz var hala” diye ara gaz verip tum zaaflarinla kendini kucaklayip gelistirdigin,duzelttigin ve ogrendigin an. işte o an ve o ayna karsisi. Sert yatakta cendere uykular sonrasi senden doğurduğun yeni sen.


İç savaşlardan, yendim sanmalardan, beceremeyip teslim oluşlardan başka bir ''sen''
Yepyeni hatalara yelken acabilecek ve hala cocuk ama artık laftan anlayan sen. Cennet icinde Cennet. kendinden bir cennet tam cennet. İnsandan, sevgiliden bagimsiz ve bundan dolayi nedense ve nasilsa hep sevdiklerinle olmayi basaran yeni sen.
Normal nedir? Şampuan ambalajlarında yazan bir şey. ''NORMAL'' saçlar için! Çamaşır makinesi ayarlarından biridir sonra. Normal normal yıkarsın çamaşırlarını. Normal insan nasıl bir şey? Bi zahmet tanışmak istiyorum kendisiyle.


veya bu Normal ''standart'' mi yoksa ''opsiyonel'' mi? Mor rengini isteyince extradan para odedigimiz arabalar gibi normal vasatın bir üst sürümü mü? Normalsen farkinda olur musun böle aynalara bakip bakip ''ulen ne kadan normalim ben'' der misin mesela. Veya manyagin teki ''aaa benim her biseyim pek bi normal tabikisi de'' derse butun normallikler allak bullak olmuyo mu?

Charles Bukowski

ortalama insanda
herhangi bir günde herhangi bir orduya
yetecek kadar ihanet,
nefret, şiddet
ve saçmalık vardır.
ve cinayet konusunda en becerikliler
cinayet karşıtı vaaz verenlerdir
ve nefreti en iyi becerenler
sevmeyi vaaz edenlerdir
ve son olarak
savaşı en iyi becerenler
barış vaazı verenlerdir

tanrıyı vaaz edenlerin
tanrıya ihtiyacı var
barış vaaz edenlerin
huzuru yok
sevgiye vaaz edenler sevgisizdir
vaaz edenlerden sakının
bilmişlerden sakının.
durmadan kitap okuyanlardan sakının
yoksulluktan nefret edenlerden
ya da gurur duyanlardan sakının
övgü göstermekte hızlı davrananlardan sakının
karşılığında övgü beklerler

sansürlemekte hızlı davrananlardan sakının
bilmedikleri şeylerden korkarlar

sürekli kalabalıkları arayanlardan sakının;
tek başlarına bir hiçtirler

ortalama erkekten
ortalama kadından
sakının
sevgilerinden sakının

sevgileri vasattır,
vasatı aranır dururlar
ama nefretleri dahiyanedir
nefretleri seni beni
herkesi öldürebilecek kadar dahiyanedir.

yalnızlığı istemezler
yalnızlığı anlamazlar
kendilerinden farklı her şeyi
yok etmeye çalışırlar

sanat yaratamadıklarından
sanatı anlayamazlar
yaratma başarısızlıklarını
dünyanın beceriksizliğine yorarlar

kendileri tam sevemedikleri için
senin sevginin eksik olduğuna inanır
ve senden nefret ederler

ve nefretleri
parlak bir elmas
bir bıçak
bir dağ
bir kaplan
bir baldıran otu gibi
mükemmeldir

en usta oldukları
sanattır nefret!
- Çok şey biliyormuş havalarındasın. Bilgi nedir?
- Mümkün olduğu kadar az şey bilmektir.
- Ne demek o?
- Bilmiyorum efendim.

11 Nis 2011

Yazacaktım, yazabilirdim. ama artık yazamam içimdeki bir sürü şiir hep aynı yerde suruyor. Sabahattin Ali varken , Yaşar Kemal varken, Metin Altıok , Nazım Hikmet, Gülten Akın varken. Ben ne yazabilirim ki.

Kürk Mantolu Madonna'dan

"insanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar.''
"İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğimi fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiilerin daimi bir mesulünü bulmuştum: buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum.

Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı?

Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... içimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu...

İçimizdeki şeytan yok... içimizdeki aciz var... tembellik var... iradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç birşey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var..."
Sabahattin Ali, Aydın erkek ortaokulunda öğretmenlik yaparken,öğrencilerin dolaplarında, Türkiye gizli komünist partisinin Kızıl İstanbul adlı bir gazetesi bulunur. Tanıklar, öğrencilerin Sabahattin Ali'nin etkisiyle bu gazeteyi edindiklerini söylerler..... Sabahattin Ali başına belayı almıştır. tutuklanır. mahkemede söyledikleri; "ben bir kafa taşıyorum. bu kafa yalnız karın doyurmak ve giyinmek için olanakları araştıran bir makine değildir.insan beyninin ekmek parası dışında ilgilenmesi gereken sorunları vardır.bunların gündelik yaşamla ilgisi yoktur.... Bana suç atmalarının nedeni benim kendi çevremden ayrı yaşayışım, hatta onlara biraz da tepeden bakışımdır. bu çok doğaldır. çevrem beni tatmin etmediği sürece onlardan uzaklaşmaya ve beni doyuran kitaplara dönmeye mecburum.... onlara benzemeyeşim ve doğanın beni bunların üstünde yaratmış olması benim suçum değildir. bunları övünmek için yazmıyorum. Ben düşünen ve kendini bilen bir insanın başka türlü yapacağını düşünmüyorum..."

Sabahattin Ali


bir gün kadrim bilinirse,

ismim ağza alınırsa

yerim soran bulunursa

benim meskenim dağlardır

Sabahattin Ali

"Ruhum bir heykel gibi düşüp parçalanırdı. Bu sesleri duyanlar gülüyorum sanırdı."
Kendime kırgınım.. Gündeliğe dalmışım ve bu sene anmamışım Sabahattin Ali'yi. Başına taş vurularak öldürülmüş bu büyük adam, büyük şair, büyük romancı bize Kürk Mantolu Madonna'yı , Kuyucaklı Yusuf'u, Aldırma Gönül'ü ve daha nicelerini hediye etmiştir ve Türkiye tarihinin en karanlık cinayetlerinden birine kurban gitmiştir. ''Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer. Bir gün almanlar’ın pabucunu yalayan, ertesi gün ingilizler’e takla atan, daha ertesi gün de amerika’ya kavuk sallayan soysuzlar gibi olmak istemedik… kanunlu, kanunsuz baskılar altında ezile ezile pestile döndük. bugünün itibarlı kişileri gibi, kese doldurmadık, makam peşinde koşmadık. iç ve dış bankalara para yatırmadık. Han, apartman sahibi olmak, sağdan soldan vurmak ve milleti kasıp kavurmak emellerine kapılmadık. Milletin derdine derman olacak yolları araştırmak istedik. bu ne affedilmez suçmuş meğer!”

1 Nis 2011