30 Ağu 2010

Bilge Karasu

'' Kedilere benzeyebilseydik keşke.
Öyle diyesim geliyor sık sık, bu son yıllarda.
Yaşadıkları anın iyicene farkındalar gibi.
Bir şey bekliyorlarsa bir deliğin başında, onları oyalayıp oradan uzaklaştırmak pek güç.
Bildikleri bir yerde bildikleri bir iş görülürken, her gün seyrettikleri, kendilerince
katıldıkları (anlayamadığımız, bakarak da bir işe katılınabilirliğidir) ,
o işe sanki ilk kez bakacaklarmış gibi, uyuklamakta oldukları yerden kalkmaya
üşenmeden gidip seyrederler yapılanları...
Uykularının hangi katındalarsa, o katın uykusunu yaşarlar. ''
" Günlerden deniz, sulardan salı, yürürden vatos, yüzerden kedi..."

27 Ağu 2010

dünyanın tersi düzünden daha güzel olabilir

''Go my love, go and see...''

18 Ağu 2010

"Biz neden böyle olduk, Beyoglu'nun eski evleri neden yakıldı, sanatcılarımızı neden düşkünler evinde ölüme terkettik, neden beyefendiler gittiler de çakallar geldiler, neden kahve köşelerinde öldü klarnetçiler, neden madamlar Paris'e gittiler, neden?"
"Şimdi adımlarımız birbirine uymalı.
Ben geri geri gideceğim sen ileri tamam mı?"

Puslu Kıtalar Atlası

"yeniçeriler kapıyı zorlarken uzun ihsan efendi hala malum konuyu düşünüyor,
fakat işin içinden bir türlü çıkamıyordu...
'rendekar doğru mu söylüyor?
Düşünüyorum, öylese varım. oldukça makul.
fakat bundan tam tersi bir sonuç, varolmadığım, bir düş olduğum sonucu da çıkar:
Düşünen bir adamı düşünüyorum.
Düşündüğümü bildiğim için, ben varım.
Düşündüğünü bildiğim için, düşlediğim bu adamın da varolduğunu biliyorum.
Böylece o da benim kadar gerçek oluyor.
Bundan sonrası çok daha hüzünlü bir sonuca varıyor.

Düşündüğünü düşündüğüm bu adamın beni düşlediğini düşlüyorum.
Öylese gerçek olan biri beni düşlüyor.
o gerçek, ben ise bir düş oluyorum.'
Kapı kırıldığında uzun ihsan efendi kitabı kapandı.
az sonra başına geleceklere aldırmadan kafasından şunları geçirdi:
'dünya bir düştür.
evet, dünya.. ah! evet, dünya bir masaldır.'"
Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti.
Acıyı, susuzluğu, açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor,
bu yüzden daha rahat döşeklere, daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı.

Dünyaya olan kayıtsızlıkları bazan o kerteye varıyordu ki
kendilerine altından gümüşten, zevk ve safadan, lezzet ve şehvetten bir alem kurup,
keder ve ızdırap fikirlerinin kafalarına girmesine izin vermiyorlardı.
Oysa uzun ihsan efendi, dünya'nın şahidi olmanın gerçek bir ibadet olduğunu sık sık söylerdi.
Her insan şu ya da bu şekilde dünyayı okumalıydı.
Kuran'ın kendisi peygamberin dünyayı nasıl okuduğuna bir örnekti ve onun ardına gizlenen herkes, dünyayı onun gibi okuyup şahadetlerini yazmalı ve bunları başkalarına aktarmalıydı.
Dünyaya şahit olmanın yolu ise maceranın kendisinden başka bir şey değildi. yaşanılanlar,
görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun, macera insanoğlu için büyük bir nimetti.
Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk, bu dünya'nın şahidi olmaktı."
Senin buraya gelmenin sebebi sadece bizim 'gel' dememiz değil,
ayrıca onların sana 'git demeleri.
Hiç kimseye 'kötüdür' deme.
Aslında onlar, bilmeden iyilik eden insanlardır.

Cahit Külebi

"insan gemi degil ki bir seferde bata gide.
batar batar da yine çıkar
çekip kurtarır ellerimden, saçlarımdan
narin kızlar, iyi dusunceler, vefalı hatıralar"

lale müldür

"beyaz zambaklar kendilerine kapanıyor
ve hiç bir şey onarmıyor nedeni bilinmeyen yaraları."

lale müldür

....
küçük bir odada birlikteydik
odalar büyüdükçe birlikte olunamıyor
...

lale müldür

"ona kötü bir şey olsun istedim
bana aşık olsun istedim"
Kırgızistan´da batık bir vadide
Men seni bela sandım.

Kalbimden uzakta çok uzakta bir kurt öldü.
Şarap kızılı bir lale sızıpdur şimdi orada farkında mısın?

Geceyarısı batkıları
ve al kanlar içinde ekşimden öle budum.
Yıllar ve yıllar var ki Bizansiyya´nın
tungasında erguvani balıkçıl gibi yaşadım.
Çünk heeç, heç görmedim dosttan vefa.
Gözyaşım duştu.

Gözelsiz, vefasız, hakikisiz
Meleksiz, çeçeksiz, heykelsiz
Ben bu yerde yaşamadım.

Sonunda bir gün könlüme bir buğu banyosu yaptım.
Bulanık bir yağmur yağdı.
Batkın eşklerden kendimi
kurtarıp başka bir tür Aşk´lara aldım.
Ben bu Aşk´a düşeli kimse yüzüm bakmaz.
Sevmiş bulundum güzelim gayri ne çare.

Ela gözlerim denizin en derinlerine getti.
Batıl bir evlenme yaşadım.
Sevsem de öldürüyorlardı
Sevmesem de.
Düşerler onlar da yıkılıp düşer bir gün.
Heeç ağlamadım.
Mavi kuzgun buğday başaklarını sıyırdı.
Gözyaşım düştü.
Ben bu yerde heç yaşamadım.

11 Ağu 2010

Dönmedikçe sen
sesim
bir fısıltı, bir çaresizlik...

Metin Altıok

....
şimdi lütfen düşün biraz
yaslan üzgün anılarına
kalsam bana yakışmaz
bensizlik yakışır sana
sonu olacaktı aşkın... nasılsa... diye sakınmadığımız
sözler... son sözlerimiz oldu...
aşk... öylece duruyor...

10 Ağu 2010

Bütün dünya, bu deniz, gökyüzü, bulutlar aslında başka bir dünyanın metaforu mudur?"
The truth is there is something terribly wrong with this country

V for Vendetta

"sana hiç dokunmasam, öpmesem, bilmesem hatta tanımasam bile seni seviyorum.."
"niçin, diyordu, niçin biz birbirimizi tanıdık?
Bu hangi tesadüfün işidir?
Hiç şüphe yok ki,
ileride birleşmek üzere birbirinden uzak akan iki nehir gibi,
yönlerimiz bizi birbirimize yaklaştırıyor."

Marcel Proust

Bir keresinde ona, "sensiz yaşayamam ben," dedim.
"ama olmaz ki!" diye cevap verdi endişeyle.
"hayatta biraz daha katı yürekli olmamız lazım. yoksa ben seyahate çıksam, halin ne olacak? Ben senin, aksine çok mantıklı, çok mutlu olmanı isterim."

"birkaç günlüğüne gidecek olsan, mantıklı olmayı becerebilirim,
ama saatleri sayarım."

"peki ama birkaç aylığına gitsem.. ya da birkaç yıllığına... hattâ..."

İkimiz de susuyorduk. Birbirimize bakmaya cesaret edemiyorduk. Yine de ben, kendi sıkıntımdan çok onun sıkıntısı yüzünden ıstırap çekiyordum. bu yüzden pencereye yaklaştım ve gözlerimi kaçırarak açık seçik konuştum:

"beni bilirsin ben alışkanlıkların insanıyımdır. En sevdiğim insanlardan ayrıldıktan hemen sonraki ilk günlerde, mutsuz olurum. ama onları hep aynı şekilde sevmeye devam ettiğim halde, alışırım, hayatım sakinleşir, yatışır; onlardan aylarca, yıllarca ayrı kalmaya dayanabilirim..."
"bir sandalye çektim zor günlerin altına,
ama ah!"

9 Ağu 2010

Senin bende benim sende
bunca uzaktan başardığımız yıkımı
hangi ''deprem'' becerebilir?
ve artık kimse ölmüyorsa aştan
bir insan ''ne'' için ölebilir?

‘Yaptıklarından utanmıyor musun?’ dedi Tanrı..
-Çok utanıyorum, dedi adam..
Tanrı: -Utanıyorsan sorun yok, çıkabilirsin..
Adam şaşkınlıkla: - Cehennem dedikleri bu kadar mı?
Tanrı: Utanmayı biliyorsan, bu kadar..

7 Ağu 2010

Murathan Mungan

Dilsiz ve yaşlı taşlar
Ağır ağır
Yüzümden söktüğüm duvar
Yeniden başka biri olarak
gel beni al gel beni al gel beni al

Yalan yataklarında yalan yataklarında
gel beni al gel beni al gel beni al

Kırk Oda / Murathan Mungan

Tren hareket etmişti.
Kendim ve bütün geçmişim,
Kırk vagonlu bu trende sonsuza uğurlandık.
Sonsuz, gelecekti.
Kendi kendimi uğurladım.
Benim mezarlarımda ölü yok
Hep yaşamış olanlar var..
Anılarımda bir yer
Dinmeksizin acıyor
Günbegün,
Bundan.

Güldüğümü görenler
Bana bakıyor
Görüyorum...
Ağlasam geçer,
Biliyorum
Ağlanmıyor.

4 Ağu 2010

Cemal Süreya

kim istemez mutlu olmayı,
ama mutsuzluğa da var mısın...

2 Ağu 2010

birbirimizin herşeyi olacakken
hiçbirşeyi olduk
soluk alıp verdiğini
uykudan ansızın uyandığını
ve beni düşündüğünü
gölgelerden anlıyorum

dünyadaki bütün sesler kesiliyor
sağır edici bir sessizlik
adımı sesleniyorsun
sessizlikten anlıyorum
kıpırdamadan duruyorum

Milan Kundera / Yavaşlık

"...Yavaşlığın düzeyi anının yoğunluğuyla doğru orantılıdır;
hızın düzeyi unutmanın yoğunluğuyla doğru orantılıdır.
Yavaşlıkla anımsama, hız ile unutma arasında gizli bir ilişki vardır.
Bir şey anımsamak isteyen kimse yürüyüşünü yavaşlatır.
Buna karşılık, az önce yaşadığı kötü bir olayı unutmaya çalışan insan elinde olmadan yürüyüşünü hızlandırır..."
''Elbette senin de sık sık olur sevincinden havalara sıçradığın,
o halde neden öyle yazmıyorsun?
Bu acıyı pazara çıkarmak, dünyadaki acıları arttırmak, tiksinti verici birşey bu,
bütün kitaplar tiksindirici.
Nedir bu saplantı, hep bu karanlığa saplanıp kalmak,
her şey hep hüzünlü, ve bu sayfalar aracılığıyla daha da hüzünlü kılıyorlar.
şu kitaba bak rica ederim: "bir ölüler evinden", özür dilerim ama benden uzak kalsın.

''evet ama'', diyorum ürkek ürkek.

''aması yok'' diyor Ivan,
''Hep aynı anda bütün insanlık için ve insanların yarattığı huzursuzluklar için acı çekiyorlar, savaşları düşünüyorlar ve daha şimdiden yenilerini tasarımlıyorlar,
ama benimle kahve içtiğinde, ya da birlikte şarap içtiğimizde ve satranç oynadığımızda,
o zaman nerede kalıyor savaş, nerede kalıyor açlık çeken, ölüme giden insanlık,
ve senin çektiğin acının nedeni gerçekten bunlar mı,
yoksa yalnızca partiyi yitirdiğin için,
ya da biraz sonra ben çok acıkacağım için mi acı çekiyorsun,
ve neden gülüyorsun şimdi, yoksa insanlığın şu anda gülmek için çok mu nedeni var? "
Yaptığım herşeyin afilli bir nedeni vardı çocukken.
''öyle istiyordum!''
Ranzadan sarkmak, ablamın saçına uyurken bal ve toz deterjan sürmek, sevmediğim kimselere dil çıkarmak, ekmek arasına izmir köfte yemeği tıkıştırıp sokağa dönmek, mızıkçılıklar, ''onu da isterim, bunu da isterim''cilikler,
lunaparklar ve önümdeki o koca uzun yazlar.
Denizden ellerim buruşurdu, tenim tuzlanırdı o yazlarda.
Yıllar başka nedenlerle geliverdi...
Ruhum ''başka'' oyunları oynamayı reddediyor şimdi.
Şu masadan kalktığım anda yerimi binlerce kişi gayet şahane dolduracakken,
ve bu maliyet analizleri, projeksiyonlar , uzun toplantılar hengamesinde benden hiçbir şey olmadığını adım gibi bilirken neden hala buradayım. ''Gibi'' yapıyorum?
Denizi böyle özlemişken?
Büyümediğimi biliyorum... Neden yaşantım bunca ciddileşti?

Kürk Mantolu Madonna'dan

"Bir teklif ve bir kabul. Kısa, münakaşasız ve hesapsız.
Bundan daha güzel bir ayrılık olamazdı
-Muazzez üşüyor musun? Nen var Muazzez?
-Yusuf!
-Söyle Muazzez!
-Ben yaralıyım galiba Yusuf!..
-Ne diyorsun Muazzez! Nerenden yaralısın? Kim vurdu seni?
-...
-Yaran nerede? Bir yerde durup bağlayalım!
-Bilmem Yusuf... nasıl istersen... Yaramın nerede olduğunu bilmiyorum. Yalnız bir yerlerim çok acıyor. Çok acıyor... Sonra canım çekilir gibi oluyor...
Ama durmayalım, çabuk gidelim!
-Nereye gidelim?
-Nereye istersen götür yusuf... gidelim
''Hayat, birbirinden ayırdıklarını, kısa bir müddet için tekrar yaklaştırır gibi olsa bile,
uzun zaman yan yana bırakmıyordu. Geçen günleri bir daha geri getirmek mümkün değildi
ve sadece hatıralar, iki insanı birbirine bağlayacak kadar kuvvetli değildi.”
"Abdi Ağa'yı öldüren Memet bilmemektedir ki;
bir Abdi Ağa ölecek, bin Abdi Ağa gelecektir."
"Gün doğuyordu ki köye girdi. Orta yerde atın başını çekti. At terden kapkara olmuş, göğsü körük gibi inip inip kalkıyordu. Boynu,sağrısı köpüğe batmıştı. Memed de çok terlemişti. Ter, kulunçlarından fışkırmıştı. Yüzü perçemi ıpıslaktı. Gün bir adam boyu yekindi. gölgeler uçsuz bucaksız batıya doğru uzadı. Islak at tepeden tırnağa ışığa boğuldu.
Her yanı pırıl pırıl. Öyle dimdik.

Köylüler, onu orta yerde, at üstünde dimdik, kaya gibi gördüler. Yavaş yavaş, sessizce, çoluk çocuk, genç yaşlı dört bir yanını aldılar. Kocaman bir halka oldular. Ortalıkta çıt yoktu. Soluk alışları bile duyuluyordu. Gözlerini ona dikmişlerdi. Yüzlerce göz üstündeydi.
Susmakta inat ediyorlardı."
"Süleyman, bir baba şefkatiyle Memedin üstüne eğildi:
'Eşkıyalık başlıyor İnce Memed, sıkı dur!'
"deniz o kadar durgun, o kadar durgundu ki;
karıncalar su içerdi."
"age is an issue of mind over matter.
if you don't mind, it doesn't matter

şiddetle tavsiye edilir:):)

Edebiyat