29 Nis 2014


Sana geliyorum
Kolunda boynunda ne varsa at fırlat
Elbiseleri, örtüleri
Saçlarımı aç, ilikli ne varsa çöz
Çünkü aşk ayıklanmaktır çerden çöpten
Sarmaşıkları, ölü otları sıyıracaksın elinle
Göğsüme batmış dikenleri çıkaracaksın
Soluğun karnıma karışacak
Beni göreceksin…
Çünkü sen beni görmezsen
Ben hiç görülmemiş olacağım
Hiç uyanmamış olacağım
Ağzında uyanmazsam

Gülleri
Geri
Gömeceğim
Göğsüme

22 Nis 2014


" Tel cambazı istiyordu ki dünya istediği gibi olsun.
Bile bile aldanmaya vardırıyordu işi
ama olmuyordu, kendisi vardı "

10 Nis 2014



Kapı sesi, cam pencere sesi hep
Ciğerimde, tam şurada bir taş biliyorum
Senin bana yaklaşan yüzün
Kandan kamaşmış
Senden bana nasıl gidilecek şimdi?

Gördüğüm en deli at seninkiydi
Akşamları ağlamayı ondan öğrendim
Çıplak sırtımı sana dönmeyi
Yerlere bırakmayı elbiseleri
Ama sevişmeden önce
Silahları suya atacaktık
En güzel ben ölsem, en güzel şiiri yazsam,
Bir çığlık şimdi kelimeler
Sen bütün bunları şiir mi sandın şimdi?




Ben aşkı göğsümde nefes biliyorum
Soluğum körük
Ciğerim ses
Kıyıya vuruyor
Vuruyor
Ben aşkı yanımda usturmaça taşıyorum
Bütün denizlerinle gel
Çarp bana
Dalyanlar balık dolup taşıyor
Bir gece nilüferi karanlık sularda
Sayıklıyor
Gölgelerde eski bir gül çürüyor
Bir yılan çeşme başında suyu bekliyor
Gel beni yeniden yap çamurdan ov güneşe koy beni

"Mavi efendim benim"
Ben aşkı içimde bir deniz biliyorum
Bekliyorum adımlarını uzaklarda bir ada gibi


9 Nis 2014


Çocuk öldü

Babası eski şehir çarşılarında bakır, gümüş ovalayan
Göz kamaşmasından duymamıştır selasını
Bir gece almışlar, geri vermemişler oğlunu
Durmuş bekliyor duvarda koca saat
Anası durmadan ot kaynatır, ah eder, bekler odalarda
Balkona çıkmaz, su içmez, ciğeri küçülmüş
Sıcak sütü üfleyerek içirirdi oğluna

Öldü oğul


Sofralara dimdik oturup sonra anason ağlayan adamlar 
Bir kadından verem almış olmalılar
Akşamları külhanbeylerinin ciğerlerini ikiye büken
Bir iç çekiş
Uzak mahallelerde kat kat evlerde
Bir kadının karanlık penceresine

Bir nara

Aşk..



"İnsanın gerçek dediği ve senin burada gördüğün, dokunduğun her şey,
psikolojisinin maddeye dönüşmüş halidir.
İnsanın düşünceleri maddeleşerek "dünyayı" oluşturur.
Gerçekler, düşüncelerdir.
Dünya, sen böyle olduğun için böyle!"



"İnsanlar ölmekte olduğunuzu sanırlarsa, bütün dikkatlerini size veriyorlardı. Bu gün sizi son kez görüyor olma ihtimalleri varsa, sizi gerçekten görüyorlardı. çek defterleriyle ve radyo şarkılarıyla ve dağılmış saçlarıyla ilgili her şey pencereden uçup gidiyordu. Bütün dikkatleri sizde oluyordu. İnsanlar kendi konuşma sıralarını beklemek yerine sizi dinliyorlardı."

8 Nis 2014



"Deniz o kadar durgun o kadar durgundu ki
karıncalar su içerdi."

"İktidar hayatı hedeflediğinde ,
hayatın kendisi iktidara direniş olur"

Gilles Deleuze

Bertrand Russel "Bir insanın 20mhp hızla koşabilmesi nasıl her insanın aynı hızla koşabileceği anlamına gelmiyorsa; birkaç insanın düşünebilmesi, her insanın düşünebileceği anlamına anlamına gelmez!" dediğimde bana kızıyorlar. Bunun üzerine "Kaç kişi babasının inandığı dine inanmıyor?" dediğimde ise, susuyorlar"
Diyor. Alın bu cümledeki "din" kelimesini, körü körüne savunduğunuz tüm değerleri, inançları, korkuları, alışkanlıkları, kahraman ve düşmanlarınızı koyun! Kendinizden nasıl bu kadar eminsiniz? Sizi siz yapan şeyleri oraya siz mi koydunuz? 


Nakkaşlarla ilgili bir hikaye okumuştum. Bir nakkaş sürekli parlak ışığa bakarak kendini kör etmeye calışıyordu. Ressam niye gözlerinden vazgecer ki? Belki yeterince gördüğünde...
Hatırladığı gibi cizmek istemek. Nakışa asıl anlamını ancak böyle verebiliyoruzdur belki.
Anlatırken ona bakmayarak...
Bunu arıyordu o nakkaş! Kör oldugunda; eline kalemi bir alsa olağanüstü güzellikte cizebileceğini hissettigi anda nakşetmeyi bıraktığını yazıyordu kitapta.
Ustalaştığında vazgecmek... Belki artik gerek kalmaması...
Resmin, nakışın, el işinin, ressamın, ellerin, güzelligin, anın ve anının birbirini tamamladigi o kusursuz an!
Gözler ne işe yarayacaksa!
Cünkü diyordu kitapta az veya çok bütün ressamlar aslında anılarını kullanıyor. Uzak veya yakın!
Resim bir hafıza işi. Ressam karşısına bir modeli alip onu kağıda resmederken bile ikisini ayni anda göremiyor. Bir bakış çizdiği manzaraya sonra bir bakiş kağıda. O bir anda bile aslında görmeden resmediyor. Hafızanın derinleşip gördügün seyin her hattını , o cizgilerin anlamlarını aklına, ellerine kazıdığını düşün. Öyle bir ustalik!

Aşkın gözü kör degil! Aşk kör bir nakkaş...

Ilk öpüşlerden , ilk sevismelerden hatırladığı ne varsa, ellerinin değdiği her yere onu ciziyor.
Inandığı aşkı, hayal ettigi aşkı, o adama o kadına tamamliyor aşk. Sayıklıyor.
Kör çünkü ve görmüyor karşısında egreti duranı, imkansizi.

Ama bin yılda bir, bin yılda bir, bir gün...
Nakış ve nakkaşın gözleri birbirini tutarsa!

Ruh esi nedir hic düşünmüş müydün?
 
 
 

“Bir zamanlar bir mıknatıs vardı. bu mıknatısın yanıbaşında çelik eğe talaşları yaşardı. Bir gün üç-dört eğe talaşı mıknatısın ziyaretine gitmek için ani bir istek duydu ve bunun ne kadar güzel bir şey olacağı üzerine konuşmaya başladılar. Yakınlarındaki diğer eğe talaşları da onların konuşmalarına kulak misafiri oldular ve onlar da aynı arzunun çekiciliğine kapıldılar. Onlara başkaları katıldı ve... sonunda bütün eğe talaşları bu konuyu tartışmaya başladılar --başlangıçtaki belli belirsiz istek yavaş yavaş bir itkiye dönüşmüştü: 'Neden hemen gitmiyoruz?' dedi bir kısmı; ama diğerleri ertesi güne dek beklemenin daha iyi olacağını düşünüyorlardı. Oysa zaten bilmedikleri bir zamandan beri, görünüşte onlarla hiç ilgilenmeyen ve tamamen hareketsiz duran mıknatısa doğru iradelerinin dışında çekilip duruyorlardı ama onlar bunun farkında olmadan, komşularına gittikçe daha fazla yakınlaşarak tartışmalarını sürdürdüler; konuştukça da gitme özlemleri büyüdü.Bazıları, mıknatısı ziyaret etmenin ödevleri olduğunu ve aslında bunu çok daha önce yapmış olmaları gerektiğini dile getirdi. Sonunda sabırsızlar ağır bastı ve tüm grup 'beklemenin anlamı yok. Bugün gideceğiz. Şimdi gideceğiz. hemen gideceğiz.' diye bağırarak, tek bir kararlı vücut halinde azametle yürümeye başladı. Göz açıp kapayıncaya kadar her yandan mıknatısa yapıştılar.
İşte o zaman , mıknatıs gülümsedi”

 
Oscar Wilde

Şu sağlam irade diye adlandırılan duruşu, o veya onun tam zıttı değerleri temsil eden ancak aynı rapraplı başka "duruş"lara hür iradesiyle hayranlık duyan, tekbirlerle veya marşlarla coşanları düşündüm. Bana ne öğretmişlerdi? Acaba kaç kez "faşist" oldum ben? Ben kimin katiliyim, sessizliğim kaç cesede toprak örttü? Kaç kez ölülerden ölü , cenazelerden cenaze beğendim ağlamak için? Ah benim neresini kazsan ölü çıkacak ülkem! Susturulan sesler, renkler! Günah keçileri, ışığı üstüne tuttuğumuz sevmediğimiz katiller, artık ressam sevdiğimiz canımız katiller, karakolların arka bahçelerinde asit kuyuları, "ama onlar da...." diye başladığımız zavallı cümleler, ne çok kurşun varmış benim kalbimde! hiç acımamışım, bana benzemeyen kimseye ben, Ah Berkin'in o kara gözleri martı kaşları, sorgudan dönemeyen o güzelim çocuklar 13 yaşında askılarda öldüğünde , ben bunları öylesine duyduğumda niye düşeyazmadım! Hiçbir şey için geç değil aksine çok erken! Tarihimizle yüzleşip, dinlediğimiz onca marştan, ilahiden, kitap cümlelerinden, Cumartesi annelerinin gözlerinden, Berkin'in çocukluk düşlerinden bir "insanlık" çıkaracağız önce! Sondan başlayamayız! Anlamıyorsunuz! Nefretinize ortak olmamı istiyorsunuz! Aklım başıma yürüdüğü ilk andan itibaren ülkeme, dünyaya ve insanın kıt kalbine duyduğum "tiksinti"ye hoşgeldiniz! 


"Faşizm, atılan ilk bombalarla başlamaz. Her gazetede her gün üzerine rahatlıkla birşeyler yazılan terörle de başlamaz. Faşizm insanlar arası ilişkide başlar. İki insan arası ilişkide başlar!" Der Ingeborg Bachmann. Ne kadar haklı. Televizyona bakmayın. Gazetelere, yöneticilere, sokaklara bakmayın! Hayatınıza bakın, babanıza, annenize, eşinize, öğretmenlerinize bakın. Arkadaşlarınıza bakın. Aynaya bakın!