28 Eyl 2010

dantel kenarlı bir ayrılık..
herşeyin o kadar incelikliydi
Güzel şeyler düşünmeli!
Bu aralar en büyük mutluluğum Orhan Pamuk okumak.
Birkaç sayfa okuyup duraklıyor,
kitabı göğsüme bastırıp
kelimelerin tenimden geçip içime iliştiklerini hayal ediyorum.
Geç keşfettiğim, yıllarca görmezden geldiğim
- ve belki de yanlış kitaplarla başladığım-
bu serüven gittikçe masalsı bir hal alıyor.
Önce İstanbul, Masumiyet Müzesi, Sessiz Ev, Kar, Manzaradan Parçalar
ve şimdi de Cevdet Bey ve Oğulları.
Başucumda ise Öteki Renkler beni bekliyor.
Yalanlara az alışık bir yüz
Deli atlara biniyor

Gözleri elmaslı öfke
Kurtlar gibi iniyor dağlardan

Denize varamadan yorgun
Dönüyor sular
Yalanlardan

Aşk bitiyor...

27 Eyl 2010

“ ‘alafranga bir aile kurayım dedim,
ama sonra hepsi alaturka oldu!’ diye düşündü.
Bir zamanlar rahmetli ağabeysinin yaptığı şakayı hatırlayarak güldü.
‘ sonunda hepsi alafranga olmak isteyen alaturka olurlar
ki bu da alaturkanın kendine özgü bir türüdür!’”

soyunarak ağlayan bir kadın,
acı bilincinde sonrasızlığın.
Yağmura çok teşekkür ederim
Bu gece yalnızca bu şiire yağdı

Sağol aşkım
Sağol kırık kolum, kesik bileğim, kırık yüzüm,
Kesik geleceğim, kırık sonsuzluğum

Her şeye rağmen
Yağmura bulanmış, güzel bir yazdı
''Gözümden öpme, ayrılıktır" derdin.
Öpmedim.
Ayrılmadık mı?
seni unutarak baktığımda bile
dünyanın her yerlerinden geçiyorsun
Boynuna o yeşil fuları sarma çocuk
Gece trenlerine binme kaybolursun
Sokaklarda mızıka çalma çocuk
Vurulursun..
evet, gün geliyor bıkıyorum senden
ama istanbul'dan bıkmak gibi bir şey bu...
Bakakalırım giden geminin ardından;
Atamam kendimi denize, dünya güzel;
Serde erkeklik var, ağlayamam.
Tüm bu şehir!
Sonunu göremiyorsun
Son, lütfen, lütfen bana onun sonu nerde gösterir misin?
Şu geminin iskelesinde her şey güzeldi,

ve paltomun içinde ben de muhteşemdim,
çok yakışıklıydım, ve harika görünüyordum,

ve gemiyi terk etmek konusunda hiç tereddütüm yoktu.
Beni durduran gördüklerim değildi Max,
Beni durduran görmediklerimdi.
bunu anlayabiliyor musun?
Görmediklerim!
Bu koca şehirde sondan başka her şey vardı,

ama bir sonu yoktu.
görmediğim şeyse, bütün her şeyin nerde son bulduğuydu.
dünyanın sonu.

Piyanoyu ele alalım.
tuşlar başlar.. tuşlar biter..
Bilirsin ki onlardan seksensekiz tane vardır,
hiçbiri sana farklı bir şey söylemez.
onlar sınırsız değildir.
Sınırsız olan sensindir.

ve bu seksensekiz tuş üzerinde yapabildiğin müzik sınırsızdır.
ben bundan hoşlanıyorum.
Bununla yaşayabilirim.

Beni geminin iskelesine getiriyorsun
ve önüme milyonlarca tuşu olan bir piyanoyu itiyorsun.

Bu piyanonun tuşları sınırsız.
eğer sınırsız sayıda tuşu varsa o piyanoda çalabileceğin hiçbir müzik yoktur.
Bu tanrının piyanosu.
Tanrının caddeleri, görmüyor musun, orada binlerce cadde vardı.
Nasıl yapıyorsunuz, yalnızca birini nasıl seçiyorsunuz?
bir tek kadın.
bir tek ev.
Kendinin diyebileceğin bir toprak parçası

ve seyredebileceğin bir tek manzara.
Ölmek için bir tek yol.
Bütün bu dünya nerede biteceğini bilmeden üstüne yükleniyor.
nerede sona erebileceğini bile bilmiyorsun.
Yalnızca bunu düşünerek parçalanacağından hiç korkmadın mı?
onun içinde yaşamanın muazzamlığını...
ben bu gemide doğdum ve dünya benim yanımdan gelip geçti.
ama her seferinde ikibin kişi.
ve burda arzular vardı.
ama asla geminin pruvasıyla kıçı arasına sığdırabileceğinden daha fazlası değil.
mutluluğunu sınırsız olmayan bir piyano çalarak yaşarsın.
ben bu şekilde yaşamayı öğrendim.

kara.. kara benim için fazla büyük bir gemi.

çok güzel bir kadın.
çok uzun bir yolculuk.
çok yoğun bir parfüm.
onun müziğini nasıl yapacağımı bilmiyorum.
Bu gemiden ayrılamam ben.

25 Eyl 2010

Süreyya Berfe

Göğsümün içinde bir ateş yuvarlaksın
dönüyor, beni yakıyorsun"

" Hiçbir mülküm yok zamandan başka diyor değerli şair Süreyya Berfe.
Bu dizeler benim yaşamımı özetliyor. Evet, bugüne dek hiçbir mülküm olmadı. Beni 92 yaşıma taşıyan zamandan başka. Ben bu zamanla neredeyse özdeşleşmiş durumdayım, her ne kadar o sözünü ettiğim zaman kimi kez benliğimi elimden alıp beni yüzüstü bırakıyorsa da. Bugün 92. yaşımı, tek mülküm olan zamana borçluyum. Sizlere sesleniyorum, zaman denen mülkünüzü iyi kullanın, çünkü onun kaypaklığını ancak dirençle önleyebilirsiniz benim gibi. Hepinizi mümkün olan zamana sarılmaya çağırıyorum. Çünkü gün olur zamanın kendisi gibi hayali de cihan değer. Sevgilerle"

Vedat Günyol

12 Eyl 2010

Eduardo Galeano

"Yakından bakınca
kimse normal değildir"
"Güney'in bakış açısına göre , Kuzey'in yazı kıştır. Bir solucanın bakış açısına göre , bir spagetti tabağı orjidir. Hinduların kutsal bir inek gördüğü yerde, başkaları koca bir hamburger görür.
Hipokrat'ın bakış açısına göre, hazımsızlık diye bir hastalık vardı,
ama açlık diye bir hastalık yoktu.
Cardona köyü'ndeki komşularının bakış açısına göre, yaz kış aynı elbiseyle dolaşan toto zaugg müthiş bir insandı: - 'toto asla soğuk almaz'. diyorlardı.
Toto birşey demiyordu.
Soğuk alıyordu.
Alamadığı şey paltoydu. "
Uyku tutmuyor.
Göz kapaklarımın arasına sıkışmış bir kadın var.
Çık oradan, derdim ona diyebilseydim.
Neylersiniz ki boğazıma da aynı kadın kaçmış.
Süper güçlerime yalnızca denizin içindeyken kavuşuyor olmam yazık. Süper güçlerin bizi ''bir şeylerden'' korumalarının ötesinde, kendi kendimize tuhaf bir voltran oluşturduğumuza bizi inandırmalarına ihtiyaç duyarız.
Superman , superman olduğunu bildiği için superdi diye düşünmek de mümkün:)

Neyse dünyaya karşı süper güçlere ihtiyaç duymam biraz da bundan;

Dünyanın kötülüklerine karşı kitaplardan ve kelimelerden başka bir kalkan.
Çok şey mi istiyorum?
-Kaçıncı kat?
Kadının yüzüne değil, kat düğmelerine bakarak cevap verdiniz.
Başka bir alemden çıkıp gelen eli, önce sizin düğmenize bastı.
Herkesin kendi elleri var, uzun ve bakımlı tırnakları,
kendi hayatı var herkesin.

Asansördeki bu yadırgatıcı sessizliği yadırgamıyorum.
Lise ve Üniversite yıllarımdaki gibi,
asansördeki kişiyi birden öpsem ya da öldürsem, demiyorum.
Dünyanın ve asansörün kurallarına alçakgönüllülükle boyun eğiyorum.
Tek tek katlar, hepsi birbirine benzeyen kapılar ve hayatlar.

Orhan Pamuk

"... Ben küçükken , benim yaşlarımda bir çocuk , adı Hasan'dı, elindeki sapanı gerip taşı atarak beni gözümün altından yaraladı. Yıllar sonra başka bir Hasan , romanlarımdaki bütün Hasan'ların neden kötü olduklarını sorunca hatırladım bunu.

Küçükken annem beni alışverişe götürdüğünde , saatlerce pis kokulu dükkanlarında, kanlı önlükler içinde , iri uzun bıçaklarla çalışan ve bana verdikleri pek çok yağlı et parçasını yiyemediğim kasapları hiç sevmezdim...
Kitaplarımda kasaplar, kaçak hayvan kesen, kanlı ve karanlık işler yapan kişiler olarak görünür.

Bütün hayatım boyunca beni takip eden köpekleri de, bana yakın kahramanları takip eden tedirgin edici, şüpheli yaratıklar olarak anlattım.

Benzer bir adalet mantığı ve malum nedenler yüzünden bankerler, öğretmenler, askerler ve ağabeyler de benim kitaplarımda iyi kişiler olarak çizilmezler.

Berberler de. Çünkü çocukluğumda berbere gözyaşlarıyla giderdim...

Şairlerden, şu veya bu şekilde kötülerden bir intikam alması beklenir.
Anlatmaya çalıştığım gibi ben de kendi intikamımı almaya çalışıyorum,
ama çoğu zaman bunu son derece kişisel bir yolla yapıyorum,
öyle ki okur bunu fark etmiyor ve intikamı güzellik sanıyor...

Bu cins şiirsel adaletin en yüksek noktası çocuk kitaplarının, resimli serüven kitaplarının sonunda olduğu gibi bizim kahramanımızın kötü kahramanı cezalandırması,

bunu yaparken de ''Bu tokat şunun için, bu yumruk da bunun için'' demesidir.
Benzer bir sahneyi ben de romancı olarak çok düşünmüşümdür;
Kasaba kitabımda onu ne kadar kötü anlattığımı satır satır okuyorum;
o da mesela dehşet ve telaşla elindeki bıçakları bırakıyor , dükkanını temizliyor ve

''Ağabey, beni lütfen o kadar kötü gösterme yalvarırım,
benim çoluğum var çocuğum var!'' diye ağlıyor.

İntikam duygusu yeni intikamları kışkırtır:
iki yıl önce sekiz-dokuz köpek beni Maçka parkında sıkıştırıp ısırmaya başlayınca ,
romanlarımı okuduklarını, onları romanlarımda cezalandırdığımı bildiklerini hissettim. ''
... Kaybolup gitmekte olan şey , gemilerin tek tek insanlarla kurduğu ilişki;
kendimizi gemilerle özdeşleştirme yeteneğimiz,
gemileri adları ve numaralarıyla tanıyıp,
onlara sıradan bir gemi gibi değil bir şahsiyet gibi davranma yeteneğimiz.
Eskiden üç katlı şehir hatları gemileri yalıların önünden geçerken , üçüncü kattaki kaptan ile , yalının üçüncü katında sofra kuran hülyalı ev kadını bir an göz göze gelirlerdi.
Şimdiyse Norveç'ten getirilmiş içleri sessiz ve havasız birer sinema salonlarına benzeyen hızlı katamaranların içinde yolcular ,
pencereden dışarı değil, içerideki televizyona bakıyorlar.

Orhan Pamuk / Manzaradan Parçalar

11 Eyl 2010

Zamanlardan bir zaman, çok uzak bir denizde bir deniz yıldızı yaşardı. Bu deniz yıldızının köşeleri vardı. Rengi diğer yıldızlara benzemezdi. Başka sularda yüzmek isterdi, ve denizleri değiştirmek isterdi.

6 Eyl 2010

Kenan Evren çizebilecek mi resmini Erdal Eren'in?
İdam edildiğinde 17 yaşındaydı...
Kenan Evren ressam değildir!

1 Eyl 2010

tutar uçurmaz seni kuş olsan

Özdemir Asaf

'' Ağzında yalan varken konuşma! ''
''Bu dünyayı lezzetli bulanlar, herşeyi yutanlardı.''
Deniz tanrısı poseidon'un kızı Ondine bir gün şövalyeye aşık olur ve ölümsüzlükten vazgeçerek şövalyeyle evlenir. Fakat belli bir süre sonra şövalye ondine'e olan ilgisini kaybeder ve başka birisi ile aldatır. Bunu öğrenen poseidon şövalyeyi lanetler. artık şövalye her nefes alışverişi istemli olarak yapmak zorundadır. eğer uyursa ölecektir.
Bir köpüğe dönüşmedi... Öylece kaldı..
Boşluklar çoğaldıkça anlamlar büyümüyor...
Gecenin bir yarısı kendime kapandım.
Sözleri bir güzel bağlarım birbirine,
sözler kolay, sözler kalabalık.
Söylesem... Sözler yanlış yöne fırlatılmış bir ok...
Anlam azaldı ah.. Diz boyu sularda sevmek gerekiyor.
Sevmiyorum!


Tilki küçük prense sordu:
"peki orada avcılar da var mı?"
"hayır, yok."
"bu çok ilginç. peki ya tavuklar?"
"hayır. tavuklar da yok."
diye cevap verdi küçük prens
"eh, hiçbir yer mükemmel değildir" dedi tilki içini çekerek...

Sonra kendini anlatmaya başladı:
“yaşamım çok monotondur. ben tavukları avlarım, avcılar da beni. Bütün tavuklar birbirine benzer. Bütün insanlar da öyle. Bu yüzden biraz sıkılıyorum. Ama beni evcilleştirirsen eğer, yaşamıma bir güneş doğmuş olacak. Senin ayak seslerin benim için diğerlerinden farklı olacak. Ayak sesi duyduğum zaman hemen saklanırım. Ama seninkiler, bir müzik sesi gibi beni gizlendiğim yerden çıkaracaklar. Su ekin tarlalarını görüyor musun? Ben ekmek yemem. buğday benim hiçbir işime yaramaz. Bu yüzden de bu tarlalar bana hiçbir şey hatırlatmazlar. Buna üzülüyorum. ama sen beni evcilleştirseydin, bu harika olurdu. Altın renkli saçların var senin. ben de altın renkli başakları görünce seni hatırlardım. ve rüzgarda çıkardıkları sesi severdim.

sustu tilki ve uzun bir süre küçük prensi izledi.
“senden rica ediyorum. lütfen beni evcilleştir!” dedi.

“elbette” dedi küçük prens. “ama pek fazla vaktim yok. yeni arkadaşlar edinmem ve birçok şeyi anlayabilmem gerekiyor.”

''sadece evcilleştirdiğin kişiyi anlayabilirsin” dedi tilki.
“insanlarınsa hiçbir şeyi anlayacak vakitleri yoktur. her şeyi dükkandan hazır alırlar. ve arkadaşlar dükkanlarda satılmadığı için de, hiç arkadaşları olmaz. eğer bir arkadaşın olsun istiyorsan, evcilleştir beni!”

“ne yapmam gerekiyor peki?” diye sordu küçük prens.

“çok sabırlı olman gerekiyor. önce çimenlerin üstüne, biraz uzağıma oturmalısın. ben gözümün ucuyla seni izleyeceğim, sen hiçbir şey söylemeyeceksin. sözcükler yanlış anlamalara neden olurlar. ama her gün, biraz daha yakına gelebilirsin.”

ertesi gün küçük prens yine geldi.

her gün aynı saatte gelmelisin” dedi tilki.
“örneğin öğleden sonra saat dörtte gelirsen, ben saat üçte kendimi mutlu hissetmeye başlarım. zaman ilerledikçe de daha mutlu olurum.
Saat dörtte endişelenmeye ve üzülmeye başlarım ama günün herhangi bir vaktinde gelirsen, seni karşılamaya hazırlanacağım zamanı asla bilemem.
insanın gelenekleri olmalıdır. ''


“gelenek nedir?”

“bu da çok sık unutulan bir şeydir”
dedi tilki
“bir günü diğer günlerden, bir saati diğer saatlerden ayıran şeydir. örneğin, şu benim avcıların da gelenekleri vardır. perşembeleri kızlarla dansa giderler. bu yüzden de perşembe benim için harika bir gündür. üzüm bağlarına kadar yürüyebilirim. ama avcılar dansa herhangi bir gün gitseydi, benim için hiçbir günün özelliği olmayacaktı ve asla tatil yapamayacaktım.”

böylelikle küçük prens tilkiyi evcilleştirdi. ve ayrılma vakti geldiğinde

ah! sanırım ağlayacağım” dedi tilki.

“bu senin hatan” dedi küçük prens.
“ben sana zarar vermek istemedim. seni evcilleştirmemi sen istedim.
“doğru, haklısın
” dedi tilki.
“ama ağlayacağını söyledin!”
“evet, öyle.”
“o halde bunun sana hiçbir yararı olmadı.”
''hayır oldu benim için buğday tarlalarının renginin bir anlamı oldu''
dedi tilki

''şimdi git ve güllere bir kez daha bak. o zaman kendi gülünün evrende eşsiz ve tek olduğunu anlayacaksın. ''