"... Ben küçükken , benim yaşlarımda bir çocuk , adı Hasan'dı, elindeki sapanı gerip taşı atarak beni gözümün altından yaraladı. Yıllar sonra başka bir Hasan , romanlarımdaki bütün Hasan'ların neden kötü olduklarını sorunca hatırladım bunu.
Küçükken annem beni alışverişe götürdüğünde , saatlerce pis kokulu dükkanlarında, kanlı önlükler içinde , iri uzun bıçaklarla çalışan ve bana verdikleri pek çok yağlı et parçasını yiyemediğim kasapları hiç sevmezdim...
Kitaplarımda kasaplar, kaçak hayvan kesen, kanlı ve karanlık işler yapan kişiler olarak görünür.
Bütün hayatım boyunca beni takip eden köpekleri de, bana yakın kahramanları takip eden tedirgin edici, şüpheli yaratıklar olarak anlattım.
Benzer bir adalet mantığı ve malum nedenler yüzünden bankerler, öğretmenler, askerler ve ağabeyler de benim kitaplarımda iyi kişiler olarak çizilmezler.
Berberler de. Çünkü çocukluğumda berbere gözyaşlarıyla giderdim...
Şairlerden, şu veya bu şekilde kötülerden bir intikam alması beklenir.
Anlatmaya çalıştığım gibi ben de kendi intikamımı almaya çalışıyorum,
ama çoğu zaman bunu son derece kişisel bir yolla yapıyorum,
öyle ki okur bunu fark etmiyor ve intikamı güzellik sanıyor...
Bu cins şiirsel adaletin en yüksek noktası çocuk kitaplarının, resimli serüven kitaplarının sonunda olduğu gibi bizim kahramanımızın kötü kahramanı cezalandırması,
bunu yaparken de ''Bu tokat şunun için, bu yumruk da bunun için'' demesidir.
Benzer bir sahneyi ben de romancı olarak çok düşünmüşümdür;
Kasaba kitabımda onu ne kadar kötü anlattığımı satır satır okuyorum;
o da mesela dehşet ve telaşla elindeki bıçakları bırakıyor , dükkanını temizliyor ve
''Ağabey, beni lütfen o kadar kötü gösterme yalvarırım,
benim çoluğum var çocuğum var!'' diye ağlıyor.
İntikam duygusu yeni intikamları kışkırtır:
iki yıl önce sekiz-dokuz köpek beni Maçka parkında sıkıştırıp ısırmaya başlayınca ,
romanlarımı okuduklarını, onları romanlarımda cezalandırdığımı bildiklerini hissettim. ''