...beni anladı ve gitti...
25 Eki 2010
-Puslu bir kış günü Gümüşdere sahilinde beyaz bir atla dört nal gittim ya bana karada ölüm yok! -
Bu Pazar Gümüşdere'ye gittik, plaj harikaydı, kumların üzerine yattım, paçaları sıvayıp dalgalı denize koştum. Denizi dinlemek için kış favori mevsimimdir. Bu kışa da böyle harikulade bir giriş yapmış oldum. Sahilin sonunda tek tük turistleri ata bindiren bir '' yalnız kovboy'a denk geldik. Kendine bu ismi uygun görmüş '' şimdi adım Süleyman desen hemen unutursun, en iyisi sen böyle belle benim adımı '' diyen güleryüzlü bir yerli amcamız:)
Beyaz bir at... öyle şanlı bir pasaportu yok. İngiliz Kraliyetine falan mensup değil. ama dost.
Adı: Pınarkızı. Harika gözleri var ve deniz kenarında koşmaya bayılıyor.
13 sene sonra harika bir deneyim oldu, bazı şeyler unutulmuyor galiba: sevmek veya ata binmek...
tabi acemileşiyorsun, senkron tutmuyor, alışkın değilsin.
ama güven verirsen senin onun yelelerine yapıştığın gibi onun da seni üzerinde tutmaya çabaladığını görürsün.
Yola çıkıyorsun, dizginleri ne çok sıkı, ne çok yavaş tutacaksın, nefes alabilmeli ama ruhunu yolculuk boyunca sana verecek kadar da yakın olmalısın.
Sakın korkundan onu yavaşlatmaya çalışma. Bırak seni istediği yere götürsün.
Denize yakın, bir beyaz atla...
bayılacaksın...
21 Eki 2010
Eugene Ionesco / Gergedan
Bütün dünyaya karşı kendimi savunacağım.
Ben son insanım, sonuna kadar öyle kalacağım.
Boyun eğmiyorum!
“Ben var olmaya bir türlü alışamadım - dünyanın varlığına ya da öbür şeylerin varlığına -
Kendi varlığıma da alışmadım. içini, özünü boşaltmakta olan biçimlerle karşılaşıyorum durmadan; gerçek gerçek değil, sözcükler yalnızca anlamsız sesler...
Kendimi gözden geçiriyorum, anlaşılmaz, nedeni bilinmez bir acıya gömülmüşüm.
Adı konmamış üzüntüler, gereksiz pişmanlıklar içinde boğuluyorum.
Bir çeşit aşk, bir çeşit nefret, bir neşe gösterisi, tuhaf bir acıma duygusu... neye? kime?
Bana kalırsa, benim tiyatrom daha çok kendini ortaya vurmak. Ama benim kendimi ortaya vuruşum anlaşılacak gibi değil, sağır kulaklara çarpıp kalıyor.
Kendi varlığıma da alışmadım. içini, özünü boşaltmakta olan biçimlerle karşılaşıyorum durmadan; gerçek gerçek değil, sözcükler yalnızca anlamsız sesler...
Kendimi gözden geçiriyorum, anlaşılmaz, nedeni bilinmez bir acıya gömülmüşüm.
Adı konmamış üzüntüler, gereksiz pişmanlıklar içinde boğuluyorum.
Bir çeşit aşk, bir çeşit nefret, bir neşe gösterisi, tuhaf bir acıma duygusu... neye? kime?
Bana kalırsa, benim tiyatrom daha çok kendini ortaya vurmak. Ama benim kendimi ortaya vuruşum anlaşılacak gibi değil, sağır kulaklara çarpıp kalıyor.
Başka türlü de olabilir mi?...”
Eugene Ionesco
Eugene Ionesco
16 Eki 2010
Eşyalar konuşurken insanlar nasıl uyuyabiliyor?
…
Ama böyle şeyler düşündüğünüzü kimseye söyleyemezsiniz.
Koltuk örtüsünün içindeki salyangozumsu şekillerin sabaha kadar
‘’biz böyle kıvrıldıkça kıvrılıyoruz ama kimse farketmiyor ‘’ dediklerini,
Masamın üstündeki makasın birden bire harekete geçip kendi dilediği gibi önüne geleni kesmeye başlayacağını ama bu facianın on beş dakikadan fazla sürmeyeceğini
Telefonun kendı kendıne başka bir telefonla görüştüğünü ve o yüzden suskun olduğunu
Bütün bunları ben de kimseye söyleyemiyorum.
Niye şu sigara küllüğü bana ezik ve mutsuz olduğunu söylüyor?
Buzdolabını açarsam yirmi yıl öncesine çıkan bir dünyanın eşiğinde olacağımı neden bir ben düşünüyorum.?
Neden bu saatte yakındaki martıların ve duvar diplerinde küçük yaratıkların tıkırtılarını bir ben duymak zorundayım ?
Halının saçaklarını gördünüz mü?
Ya içindeki desenlere gizlenmiş işaretleri ?
Dünya tuhaflıklar ve işaretlerle kaynaşırken herkes nasıl uyuyabiliyor?
15 Eki 2010
11 Ekim... Attila İlhan'ın , ölüm yıldönümü...
Ki hiç inanmam şairlerin ölümüne
Sözleri mıh gibi aklımda durur.
Cihangir'de bir masada oturmuş ,gülüşerek sohbet ediyorduk Erve'yle.
Bir anda yüzü beyazladı, telefonunda bir mesaj;
Attila İlhan ölmüş...
Kalakaldık.
Bir kırmızı söyledik hemen, bahçede bir masaya kurulduk ve ağladık.
Neden?
Çünkü bir çağın sonuydu
Çünkü şiir azalmıştı
Çünkü karanlık bastırıyordu
Bu hafta sonu Aşiyan'a inmeli
Dramaya gerek yok , sana sevgim öyle bir sevgi değildir.
'' Delikanlı! Seviyorum seni! ''
seslensem duyar mısın?
Ingeborg Bachmann
''Kimi zaman bana neden içinde her şeyin iyi olacağı ütopik bir ülkeyi, bir ütopya niteliğinde bir dünyayı tasarladığımı sordular.
Yaşadığımız günlük yaşamın iğrençliği göz önünde tutulduğunda, bu soruyu yanıtlamak bir çelişkiye yol açabilir, çünkü bizler, günümüzde gerçekte hiçbir şeye sahip değiliz.
İnsan, ancak maddi şeylerin ötesinde bir şeylere sahipse zengindir.
ve ben bu materyalizme, bu tüketim toplumuna, bu kapitalizme, burada cereyan eden bu korkunçluğa, sırtımızdan yaşamaya hakları olmayan bu insanların zenginleşmesine inanmıyorum.
Yaşadığımız günlük yaşamın iğrençliği göz önünde tutulduğunda, bu soruyu yanıtlamak bir çelişkiye yol açabilir, çünkü bizler, günümüzde gerçekte hiçbir şeye sahip değiliz.
İnsan, ancak maddi şeylerin ötesinde bir şeylere sahipse zengindir.
ve ben bu materyalizme, bu tüketim toplumuna, bu kapitalizme, burada cereyan eden bu korkunçluğa, sırtımızdan yaşamaya hakları olmayan bu insanların zenginleşmesine inanmıyorum.
Gerçekte inandığım bir şey var,
ve ben buna 'bir gün gelecek' diyorum.
ve özlemini çektiğim şey, bir gün gelecek.
evet, belki de gelmeyecek, ama ben yine de inanıyorum geleceğine.
çünkü eğer inanmazsam, artık yazamam.''
ve ben buna 'bir gün gelecek' diyorum.
ve özlemini çektiğim şey, bir gün gelecek.
evet, belki de gelmeyecek, ama ben yine de inanıyorum geleceğine.
çünkü eğer inanmazsam, artık yazamam.''
Ingeborg Bachmann
Bir adam, vitrininden ne dükkanı olduğunu anlayamadığı bir dükkâna girer
ve tezgâhtaki yaşlı adama ne satıldığını sorar.
‘biz düş satarız’, der adam.
Müşteri ilgilenir. Satıcı adama üç düş gösterir.
Müşteri, en sonuncusunu ve en güzelini beğenir.
O düşte kendini görmektedir;
ve tezgâhtaki yaşlı adama ne satıldığını sorar.
‘biz düş satarız’, der adam.
Müşteri ilgilenir. Satıcı adama üç düş gösterir.
Müşteri, en sonuncusunu ve en güzelini beğenir.
O düşte kendini görmektedir;
Gerçek yaşamda, ilişkilerini doğru dürüst yaşayamayan biridir.
ama gördüğü düşte, başta kendi kişiliği olmak üzere, her yaşadığının ahlâkını savunmakta kararlı biri olup çıkmıştır…
Beğendiği düşün fiyatını sorar.
Beğendiği düşün fiyatını sorar.
Satıcı, ‘yaşamınızın birkaç yılı’, diye yanıtlar.
‘anlamadım’, der müşteri,
‘parayla değil mi?’.
‘Hayır, biz düşlerimizi, müşterilerimizin hayatlarının bir bölümü karşılığında satarız’.
‘Peki şu birkaç yıl.. biraz fazla değil mi?’.
‘Hayır. bizde öyle düşler vardır ki, karşılığında bütün bir hayatı isteriz!’…
Müşteri, düşü almadan dükkândan çıkar ve eski yaşamına döner.
Düşlerine layık olmayı göze alamamıştır.”
14 Eki 2010
Emrazı Zühreviye Hastanesi'ne kapatıldı anamız
Adıyla çalışan ermiş Sirkeci kadınlarındandır
Şeker atar hâlâ mazgallardan Cankurtaran'da
Acı Bacı'nın acı bilmez uçurtma çocuklarına
Yıl sonu müsamerelerine kimler çıkarılmaz?
Adıyla çalışan ermiş Sirkeci kadınlarındandır
Şeker atar hâlâ mazgallardan Cankurtaran'da
Acı Bacı'nın acı bilmez uçurtma çocuklarına
Yıl sonu müsamerelerine kimler çıkarılmaz?
....
Velhasıl onlar vurdu biz büyüdük kardeşim
Babamız dövüldü güllabici odunlarla tımarhanede
Acaba halk nedir diye düşünür arada işittiği
Dudullu'dan tâ Salacak'a koşarak alkışlayalım
Fazla babalarıyla dondurma yiyen çocukları
Hangi çocukların neye imrenmesi yalınayak şiirdir?
Velhasıl onlar vurdu biz büyüdük kardeşim
Babamız dövüldü güllabici odunlarla tımarhanede
Acaba halk nedir diye düşünür arada işittiği
Dudullu'dan tâ Salacak'a koşarak alkışlayalım
Fazla babalarıyla dondurma yiyen çocukları
Hangi çocukların neye imrenmesi yalınayak şiirdir?
Ece Ayhan
13 Eki 2010
Kendime kitaplardan, şiirlerden, müziklerden ikinci bir hayat kurdum.
Başka türlüsü mümkün değildi çünkü yanlış zamanda, yanlış dünyada yaşadığım duygusundan hiç kurtulamadım.
Başka türlüsü mümkün değildi çünkü yanlış zamanda, yanlış dünyada yaşadığım duygusundan hiç kurtulamadım.
çünkü dünyanın lezzetli bir yer olduğuna hiç inanmadım
ve başka hayatların ruhuma karıştığının ve mutluluğumu içten içe kemirdiğinin farkındaydım.
Şimdi otuzlu yaşların başında bunun bir ‘’derinlik’’ ve ‘’incelik’’ sorunu olduğunu anlıyorum.
Kendi konforumu ‘’bana özel’’ algılayıp sefa süremiyorum,
çünkü dünyada kötü şeyler oluyor
ve üzerimdeki örtü öyle ince ki kendimi korumam mümkün değil.
Canımın kuşları hüzünle beslenirken
denize, dünyanın tüm çocuklarına, kitaplara beslediğim büyük aşk beni hayata aynı ince iple sımsıkı bağlıyor.
Yaşadığım her şey binlerce başka şeyden oluşuyor;
içimde susmadan, bağıra çağıra gözü dönmüş canavarlar gibi derinlere saldıran düşüncelerimin yarattığı bu derinlik meselesi ile ruhumun inceliği ilk bakışta tezat görünse de ortaya yazdıklarında hüzünlü , gündelikte ise bol gülüşlü bir Sezi çıkıyor.
İbrahim Tenekeci
'' Camdan bakarken camı gören bendeniz
Bu ateşi niçin yakıyorum buraya?
Kaçan bir gol kadar üzülmedik değil mi?
Ölürken çocuklar o güzel afrika'da..."
Bu ateşi niçin yakıyorum buraya?
Kaçan bir gol kadar üzülmedik değil mi?
Ölürken çocuklar o güzel afrika'da..."
12 Eki 2010
1 Eki 2010
"Kilimanjaro is a snow-covered mountain 19,710 feet high, and is said to be the highest mountain in africa. its western summit is called by the masai "ngàje ngài," the house of god.
Close to the western summit there is the dried and frozen carcass of a leopard. No one has explained what the leopard was seeking at that altitude''
''Kilimanjaro karlarla örtülü 19.710 ayak yüksekliğinde bir dağdır,
Afrika'nın en yüksek dağı diye bilinir. Batı doruğunun adı Masai ''Ngâje Ngâi''dir.
Tanrının Evi. Bu doruğun yanında donmuş bir leopar vardır. Leoparın bu yüksek yerde ne aradığını kimse çözememiştir. ''
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)