23 Kas 2011


Aslında sadece bunu diyecektim. Burdayım!
Burası dövülmüş bir yüzün yüz üstü düşme hâlleri


Zafer Ekin Karabay


sonra kırık aynada görüyorum kırılmış


kalbimi ve herkesin kendi gölgesini giyindiği


bir mevsim oluyor güz, oysa üşürken


aynada kırılan sen ve kalbime biriken kar


topu çalınmış çocuk, soyunup gölgesinden


sarmalıdır herkes güzünü, yoksa bütün


aynalar bırakıp gider bir gün yüzünü


Seyyidhan Kömürcü

işte! patlayan parantez, sırayı bozan ölüm
söndürüp ışıklarını karşıdan karşıya geçirmeye yarayan hayat
bilinsin ve süssüz siyah bilinsin istiyorum;
mutlak bir ekip çalışmasıdır
üç el oyuk bir yağış biçimidir ölüm

demişken diyelim ve öyledir;
olmayan davaların işi değildir divana kalmak
ya da aşkın ara sokağında balkondan sarkmak
çünkü çocuk oyuncağıdır harç taşımak
taş toplamak, kuyu kazmak
demişken diyelim ve öyledir;

işte! ben dolaylarında hayatını kaybeden eşim
önce aşk, sonra ara sokağında taş taşıyan şüphe yani
bilinsin ve süssüz siyah bilinsin istiyorum;
yok kimseye –makilerin orda- anlatacağım bir şey

demişken diyelim ve öyledir,
hala şüphe taşıyor her taş
süslü cami avlularında yalın ellere tapıyorum
öldüğünü bilmeyen iplerden
hala süslü siyah mektuplar alıyorum
günlerdir –makilerin ordan- yazıyorum;
sigara ve kahveyi saymazsak evde yalnızım
günlerdir söylüyorum;
sigara ve kahveyi saysak da evde yalnızım

aslında günlerdir çok ileri gittiğim de söyleniyor
ısrarla yüzündeki kışa benzediğim ya da
kış dediğim aynamızın önünde elek
günlerdir hoh taşıyorum
taş topluyorum deliklerine
yani ısrarla kuyuları güldürüyorum kendime

işte! ben dolaylarında hayatını kaybeden hayat
önce aşk, sonra ara sokağında taş taşıyan şüphe yani
bilinsin ve süssüz siyah bilinsin istiyorum;
yok kimseye –makilerin orda- anlatacağım bir şey

12 Kas 2011

Cem Akaş / Bir İlişki Nasıl Olmalıdır?


Birinci Manifesto


1. Bir ilişki ilişmekle yetinmemelidir. Kıyıya, köşeye, ucuna veya kenarına oturmakla, oturuyormuş gibi yapmakla gemi yürütülmez. Üzerine oturulacak şey süngü bile olsa, tam anlamıyla oturmak şarttır.

2. Islak olmayan bir ilişki düşünülemez.

3. Aslında ilişki diye bir şey yoktur; her şey palavradır. İki insan ancak birbirlerine ilişmedikleri sürece birbirlerini yaşatabilir. Birlikte değişim bir ortaçağ yalanıdır.

4. Olmuyorsa olmuyor kuralı: kelek kavuna şeker serpmek kadar anlamsız bir hareket daha bulunabilir, ama bu zor olacaktır.

5. Herkesin kavun yerine ayva yemeye hakkı vardır.

6. Duvar çentiklerinin gölgesinin derin olacağı unutulmamalıdır.

7. Söylenmeyen söz ağırlaşır.

8. Herkesin kendine ait bir karanlığı olması gerektiği, tartışılmaz bir gerçektir.

9. Bir ilişkide gerçek diye bir şey yoktur. Dolayısıyla kaç kilo ettiği bilinemez.

10. Avukatlar ve polisler, sevgiyi mülkiyet kanunlarının hükmüne sokmakta başarısızlığa uğramaya mahkumdur.

11. Bedenlerin birbirine alışması söz konusudur. Bu, beyinler için de geçerlidir. Bu konuyla küçük mavi cinler ilgilenecektir.

12. Acı çektirme sanatı gün geçtikçe ilerlemektedir.her ilişkinin amacı, bu sanatı kusursuzluğa ulaştırmak için çabalamaktır.

13. Her insanın duvarları vardır. Her duvarın gedikleri vardır. İlişkide dürüstlük, insanların birbirlerine verdiği ve bu gedikleri gösteren haritaların doğruluk derecesiyle orantılıdır. Orantı sabiti 1.7’dir.

14. Duvarlara işemeyiniz.

15. Her insanın paspas olmaktan sıkılmaya hakkı vardır.

16. Beklemek erdem değil, çaresizliktir.

17. İnsan temelde yalnızdır. Üst katlar için kesin bir şey söylenemez.

18. Yalnızlık paylaşılmaz. Paylaşılırsa raconu kalmaz.

19. Erken kalkanın kahvaltıyı hazırlaması, uzun vadede bir ütopyadan ibarettir.

20. In the long run we are all alive.

21. İnsan tek başına da sıkılabiliyorsa bu becerisini geliştirmelidir.

22. Aslıda ilişki diye bir şey vardır. Her şeyin palavra olması hiçbir şeyi değiştirmez. Aşk her ilişkide bir olasılıktır. Yaşam da her ilişkide bir olasılıktır. Dolayısıyla aşkın ne olduğu bilinmemekle birlikte yaşam aşktır. Bu madde, 3. maddeyle çelişmez.

23. Diğerinin bokunu temizlemek, aşkın varlığını kanıtlamaz. Diğerinin aşkını temizlemek, bokun varlığını kanıtlar.

24. Metal yorgunluğu, uzun süre sıkılı kalan bir vidanın ya da bükülü duran bir levhanın yorulup kırılması gibi bir şeydir. Aynı paralelde ilişki yorgunluğundan söz edilebilir.

25. İlişki, il-İŞ-ki değildir. Fazla mesai ücrete tabi değildir. Görev bilincinizi götünüze sokunuz.

26. İlişkilerde eşzamanlılık olanaksızdır. Herkesin zamanı kendine göre işler. Ortada tek bir dağın olması, değişik açılardan bakıldığında değişik şeyleri görüldüğü gerçeğini değiştirmez.

27. Rüyalar, anılar kadar önemlidir. Tabiri caizdir.

28. Herkes kendi efsanesini kurmak ve yaşatmakla yükümlüdür. Ancak bireysel efsaneler var olduğunda ortak bir efsane oluşturulabilir.

29. Dil, iletişim kurmak için başvurulacak son amaçlardan biri olmalıdır. Bir çelişki gibi görünse de konuşmak şarttır. Bu, koklaşmanın ve telepatinin önemini hiçbir şekilde yadsımaz.

30. Yolların uzun ve ince olması, üzerlerinde gündüz-gece gidilmesini gerektirmez.

31. Her son’un nasıl olacağı en başından bellidir.

32. Eğer bir ilişkinin bitmesi mümkünse bitecektir.

33. Bunun birinci manifesto olması, ikinci bir manifestonun olmayacağı anlamına gelmez

Woody Allen


Gazeteler yine UFO'lardan sözetmeye başladı, onun için bu olayı ciddi bir şekilde ele almanın zamanı geldi de geçiyor bile. (Aslında, saat şu anda sekizi on geçiyor, bu yüzden sadece birkaç dakika gecikmiş olmakla kalmıyoruz, ayrıca ben kurt gibi acıktım.) Şimdiye kadar, uçan daireler konusu çoğu zaman kafadan çatlaklar ve manyaklarla özdeş tutuldu. Aslında, gözlemciler iki grubun da üyesi olduklarını itiraf ediyorlar. Ama yine de, sorumluluk sahibi kişilerin ısrarlı raporları üzerine Hava Kuvvetleri ve bilim çevreleri bir zamanlar takındıkları kuşkulu tavrı yeniden gözden geçirdiler; şimdilerde, olayın kapsamlı bir incelemesi için iki yüz dolar kadar para ayrılmış durumda. Sorun şu: Orda birşeyler var mı? Durum buysa, bu kişilerin lazer tabancaları var mı?

Bütün UFO'lar karaüstü kökenli olmayabiliyor, ama uzmanlar, saniyede oniki binle kalkış yapabilen puro-biçimli herhangi bir pırıltılı hava taşıtı için, yalnızca Plüton'da sağlanabilecek türden donanım ve yakma tüpleri gerekeceğinde birleşiyorlar. Eğer bu nesneler gerçekten de başka gezegendenseler, o zaman bunları yapan uygarlığın bizimkinden milyonlarca yıl daha ileride olması gerekir. Durum ya böyle, ya da adamlar çok şanslı. Profesör Leon Speciman'ın varsayımına göre bu uzay boşluğundaki uygarlık bizimkinden yaklaşık onbeş dakika daha ileride. Bu durum, diyor Profesör, onları bizden çok daha avantajlı kılıyor, çünkü randevularına yetişmek için koşmak zorunda kalmıyorlar.

Wilson Dağı Gözlemevi'nde, veya Wilson Dağı Akıl Hastanesi'nde (mektup pek açık değil), çalışan Dr. Brackish Menzies, ışık hızına yakın bir hızla hareket eden gezginlerin buraya gelmesinin, en yakın güneş sisteminden gelseler bile, milyonlarca yıl alacağını iddia ediyor, ayrıca, Broadway şovlarına bakılırsa yolculuk buna değmez, diyor. (Işıktan daha hızlı seyretmek ne olasıdır, ne de zevkli, çünkü insan durmadan şapkasını tutmak zorunda kalır.)
İlginçtir, modern astronomlar uzayın sonlu olduğu görüşündeler. Bu aslında çok rahatlatıcı bir düşünce -özellikle, neyi nereye koyduğunu unutan insanlar için. Bununla birlikte, evren üzerine üretilen düşüncelerdeki ana esas, evrenin yayılmakta olduğu ve bir gün parçalanıp yokolacağıdır. Onun için, koridorun aşağısındaki ofiste çalışan kız, aradığınız bütün özelliklere sahip değil de birkaç iyi tarafı varsa, en iyisi bir an önce uzaklaşmaktır.

UFO'lar üzerine en çok sorulan sorulardan biri de şudur: Eğer daireler uzayboşluğundan geliyorsa, niye pilotları, boş alanların çevresinde gizemli bir biçimde pervane olmak yerine, bizimle bağlantı kurmaya çalışmıyor? Benim kendi kuramım şu ki, başka bir güneş sisteminden gelen yaratıklar için "pervane olmak" belki toplumca benimsenen bir ilişki kurma yöntemidir. Hatta zevkli bile olabilir. Bir keresinde ben de onsekiz yaşında bir aktrisin çevresinde altı ay pervane olmuş, hayatımın en güzel günlerini geçirmiştim. Ayrıca unutulmamalıdır ki, başka gezegenlerde "hayat" derken belirtmek istediğimiz şey, içkili toplantılarda bile toplu halde yaşamayı sevmeyen amino asitlerdir.

Çoğu kişide UFO'ları çağdaş bir sorunmuş gibi görme eğilimi vardır, ama insanoğlunun yüzyıllardır bilincinde olduğu bir olay olamaz mı bu? (Bir yüzyıl bize bayağı uzun görünüyor, özellikle elimizde bir borç senedi varsa, ama astronomik ölçütlere göre bu, bir saniyede olup bitiyor. Onun için, insan yanında her an bir diş fırçası bulundurmalı ki bir dakika içinde hazırlanıp yola çıkabilsin.) Şimdilerde bilginler, tanımlanmamış uçan cisimlerin görülüşünün Kutsal Kitap'ta geçen tarihlere dek uzandığını söylüyorlar. Örneğin, Leviticus'un kitabında şöyle bir bölüm var: "Ve Asur orduları üzerinde büyük ve gümüşi bir top belirdi, ve bütün Babil ağlayıp inleyenler ve diş gıcırdatanlarla doldu, ta ki kahinler ahaliye kendilerini toparlayıp eski hallerine dönmelerini emredene kadar."

Bu olay yıllar sonra Parmenides tarafından anlatılan öyküyle ilintili miydi: "Üç portakal rengi cisim göklerde ansızın belirdi ve Atina'nın ortasına kadar döne döne geldi, hamamların çevresinde pervane olarak, en bilge filozoflarımızdan bazılarının peştemallarına sarılmasına neden oldu"? Ve yine, bu "portakal rengi cisimler", yakın zamanda bulunan bir onikinci yüzyıl Sakson kilisesi elyazmasında anlatılana benziyor muydu: "Kapıyı kilitledi; tam yatağına giriyordu ki, havada kırmızı bir topun yüzdüğünü gördü. Teşekkürler, bayanlar baylar"?

Bu son olayı ortaçağ din adamları dünyanın sonunun geldiğinin belirtisi olarak yorumladılar, ama pazartesi gelip de herkes yine işe gitmek zorunda kalınca büyük bir düşkırıklığına uğradılar. Son olarak, en inandırıcısı da bu, 1822'de Goethe, kendi başına gelen tuhaf göksel bir olaya dikkat çekiyor. "Leipzig Kuruntu Bayramı'ndan eve dönüşte," diye yazıyor, "bir çayırdan geçerken, başımı yukarı kaldırdım ki ne göreyim; gökte, güney yönünde birkaç ateş kırmızısı top ansızın belirmesin mi! Büyük bir hızla iniş yapıp beni kovalamaya başladılar. Bir dahi olduğumu, dolayısıyla hızlı koşamadığımı haykırdım ama sözlerim yok olup gitti. Çok kızdım ve avazım çıktığı kadar onlara lanetler yağdırdım, bunun üzerine korkup uçtular. Bu öyküyü Beethoven'a anlattım, çoktandır sağır olduğunu unutmuşum, o da gülümseyip başını salladı ve "Çok hoş" dedi." Genel olarak, olay yerinde yapılan dikkatli incelemeler, çoğu "tanımlanmamış" uçan cisimlerin oldukça sıradan şeyler olduğunu ortaya koyuyor, hava balonları, meteorlar, uydular, hatta bir keresinde, Dünya Ticaret Merkezi'nin damından uçan Lewis Mandelbaum adında bir adam gibi. "Açıklanmış" tipik bir olay, 5 Haziran 1961'de Shropshire'da Sir Chester Ramsbottom tarafından rapor edildi: "Öğleden sonra iki sularında arabamla geziyordum, puro-biçiminde bir nesnenin peşimden geldiğini gördüm. Ne tarafa sürersem süreyim; doğru köşelerden keskin dönüşler yapıp benimle kalıyordu. Çok kuvvetli, parıltılı bir kızmızıydı, arabayı aşırı hızda o yana bu yana döndürdüysem de izimi kaybettiremedim. Korkmaya başlamıştım, her yanım ter içindeydi. Bir korku çığlığı koyuverip bayıldım, ama uyandığımda bir hastanedeydim, mucize eseri hiçbir yara almamıştım." Araştırmadan sonra uzmanlar, "puro-biçiminde"ki nesnenin Sir Chester'ın burnu olduğu kararına vardılar. Doğal olarak, kaçmak için yaptığı hiç bir hareket onu yokedemezdi, çünkü yüzüne yapışıktı.

Bir başka açıklanmış olay 1972'nin Nisan ayı sonlarına doğru, Andrews Hava Üssü'nden Tuğgeneral Curtis Memling'in raporu üzerine başladı: "Bir gece bir tarlada yürüyordum, ansızın gökte büyük, gümüş rengi bir disk gördüm. Üzerimden uçtu, başımdan nerdeyse elli fit uzaklıkta, ve üstüste, sıradan bir hava taşıtının yapamayacağı aerodinamik hareketler yapmaya başladı. Sonra birden hızlandı ve korkunç bir hızla fırladı gitti."

Araştırmacılar, General Memling'in olayı kıkırdayarak anlattığını görünce kuşkuya kapıldılar. General daha sonra, o sırada "Yıldız Savaşları" filminden dönmekte olduğunu ve 'filmde deliler gibi eylendiğini' itiraf etti. Gariptir, General Memling 1976'da bir başka UFO gördüğünü rapor etti, ama çok geçmeden onun da Sir Chester Ramsbottom'ın burnunu takıntı haline getirdiği açığa çıktı-olay Hava Kuvvetleri'nde büyük bir şaşkınlığa yol açtı ve sonunda General Memling askeri mahkemeye verildi.

Çoğu UFO raporları yeterince açıklanabiliyorsa da, açıklanamayan birkaç taneye ne demeli? Aşağıdakiler, "çözümlenmemiş" buluşmalardan alınan gizemli birkaç örnektir, ilki, Mayıs 1969'da bir Boston'lu tarafından rapor edildi: "Kumsalda karımla yürüyordum. Pek çekici bir kadın değildir. Bayağı şişman. Aslında, o sırada onu iki tekerlekli bir arabayla çekiyordum. Ansızın başımı kaldırdım ve büyük bir hızla inmekte olan kocaman beyaz bir daire gördüm. Sanırım paniğe kapıldım, çünkü karımın arabasının ipini düşürdüm ve koşmaya başladım. Daire tam başımın üstünden geçti ve uğursuz, metalik bir ses duydum, "Servisinizi arayın." Eve varınca yanıt verme servisime telefon ettim ve kardeşim Ralph'in Neptün'e taşındığını bildiren bir mesaj aldım. Onu bir daha hiç görmedim. Karım olaydan sonra büyük bir bunalım geçirdi, artık bir el kuklası kullanmadan konuşamıyor."

I.M. Axelbank, Atinalı, Georgia, Şubat 1971: "Deneyimli bir pilotum. Dini inançlarına pek katılmadığım bir grup insanı bombalamak için, özel Cessna'mla New Mexico'dan Amarillo, Texas'a uçtuğum sırada, yanıbaşımda uçan bir nesne farkettim. Önce başka bir uçak olduğunu düşündüm, ama yeşil bir ışık göndererek, uçağın dört saniyede onbir bin fit düşmesine ve perukamın kafamdan fırlayıp tavanda iki fitlik bir delik açmasına neden oldu. Telsizimle durmadan yardım istedim, ama her nedense yalnızca 'Bay Anthony' programını bulabildim. UFO yine uçağıma yaklaştı ve sonra köredici bir hızla fırladı gitti. Bu arada yolumu şaşırdığım için, geçiş parası alınan yola acil iniş yapmak zorunda kaldım. Uçakla yolculuğuma karada devam ettim, ama para-ödeme klübesinden kaçmaya çalışırken başım belaya girdi ve kanatlarımı kırdım."

En tuhaf olaylardan biri de Ağustos 1975'te, Long Island'da Motauk Burnu'nda oturan bir adamın başına geldi: "Kumsaldaki evimde yatıyordum, ama uyuyamıyordum çünkü buzdolabında mutlaka yemem gereken kızarmış piliçler duruyordu. Karım dalıncaya kadar bekledim, sonra ayaklarımın ucuna basa basa mutfağa gittim. Saate baktığımı hatırlıyorum. Tam tamına 4.15'ti. Bundan eminim çünkü mutfak saatimiz yirmi yıldır çalışmıyor ve hep o saati gösterir. Köpeğimiz Judas'ın da tuhaf şeyler yaptığını farkettim. Arka ayaklarının üstünde durmuş, 'Kız olmak hoşuma gidiyor' şarkısını söylüyordu. Ansızın oda parlak portakal rengine döndü. Önce, karımın beni yemek arasında birşeyler atıştırırken yakalayıp evi ateşe verdiğini sandım. Sonra pencereden dışarı bakınca, hayret içinde, puro-biçiminde dev bir hava taşıtının bahçedeki ağaçların tam tepesinde pervane olduğunu ve portakal rengi bir parıltı saçtığını gördüm. Saatimiz hala 4.15'i gösterdiği için anlamak zordu ama, saatlerce olduğum yerde çakıldım kaldım. Sonunda, büyük, mekanik bir pençe hava taşıtından uzanıp elimdeki iki piliç parçasını kapıverdi ve sessizce çekildi. Makine kalktı ve büyük bir hızla gökyüzünde kayboldu. Olayı Hava Kuvvetleri'ne rapor ettiğimde, gördüğümün bir kuş sürüsü olduğunu söylediler. Karışı çıktığım zaman, Albay Quincy Bascomb, Hava Kuvvetleri'nin iki parça pilici geri vereceğine kişisel olarak söz verdi. Ama bugüne kadar, sadece bir parçasını geri aldım."

Son olarak, Ocak 1977'de iki Louisiana'lı fabrika işçisinin verdiği rapor: "Roy ve ben bataklıkta yayın balığı avlıyorduk. Bataklığı severim, Roy da sever. Her ne kadar yanımızda bir galon metil klorid getirmişsek de-bir iki damla limon veya bir ufak soğanla çok iyi gider-içki içmiyorduk. Her neyse, gece yarısı, başımızı kaldırdığımızda, parlak sarı bir kürenin bataklığa indiğini gördük. Önce, Roy bunu bir öten-turna sanıp ateş etti, ama ben, "Roy, bu turna değil, çünkü gagası yok," dedim. Turna böyle anlaşılır. Roy'un oğlu Gus'ın da gagası var ve kendini turna sanıyor. Neyse, birden kapı açıldı ve birkaç yaratık çıktı. Bu yaratıklar dişli, kısa saçlıydı, küçük taşınır radyolara benziyorlardı. Bacakları da vardı, ama parmak yerine tekerlekler duruyordu. Yaratıklar yaklaşmamı işaret ettiler, ben de yaklaştım, bana gülümseyip Bopeep gibi hareket etmeme neden olan bir sıvı şırınga ettiler. Birbirleriyle tuhaf bir dilde konuşuyorlardı, arabanızı şişman bir insana çarptığınızda çıkan sese benzeyen bir dil. Beni hava taşıtına aldılar ve iyice bir fiziksel muayeneden geçirdiler. Ses çıkarmadım, çünkü iki yıldır tam bir check-up yaptırmamıştım. O zamana kadar benim dilimi öğrenmişlerdi, ama hala görüngübilim yerine yörüngebilim demek gibi ufak tefek yanlışlar yapıyorlardı. Bana, başka bir galaksiden olduklarını, buraya dünyaya barış içinde yaşamamızı öğütlemek için geldiklerini, yoksa özel silahlarla geri gelip her yeni doğmuş erkek çocuğunu ince katmanlara ayıracaklarını söylediler. Kan testinin sonuçları bir iki gün içinde belli olur, bizden haber almazsan Clair'le evlenebilirsin dediler."


ben aşkı gösümde süt gibi taşıyorum


kara yılan kara yılan kara yılan

Sezai Karakoç

Güneşin yeni doğduğunu sana haber veriyorum
Yağmurun hafifliğini toprağın ağırlığını
Ve bütün varlığımla kara yılan seni çağırıyorum
Seni çağırıyorum parmaklarımdan süt içmeye
Pamuğun ağırlığını yapan dağın hafifliğini
Sana haber veriyorum yeni doğduğunu güneşin

Ben güneyli çocuk arkadaşım ben güneyli çocuk
Günahlarım kadar ömrüm vardır
Ağarmayan saçımı güneşe tutuyorum
Saçlarımı acının elinde unutuyorum
Parmaklarımdan süt içemeye çağırıyorum seni
Ben güneyli çocuk arkadaşım ben güneyli çocuk

Ben çiçek gibi taşımıyorum göğsümde aşkı
Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum
Gelmiş dayanmışım demir kapısına sevdanın
Ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum
Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum

Seni süt içmeye çağırıyorum parmaklarımdan
Kara yılan kara yılan kara yılan kara yılan

Hasta Döşeği / Perihan Mağden

Odada; bir üst üste dizili mavi yastıklar
Güldeki vazolar, balbadem çikolata, sarı kolonya
Kuytu köşelerde hazin kuyruğu dikilmiş havaya
Yemyeşil, moryeşil bir hayvan gizli

Odada telaşa varan bir durgunluk
Bir de sen, boynunda ninemden ak bir yemeni
Ortada konargöçer kara çadırın
Bir oda giysisi, bir baston

Yan odada mutfağa dair sesler
Yani kilometreler, kilometre taşları
En çok da kollarım ağrır
Ta Homer'den beri kullanamadım onları

Odada bir sessizlik. Odada bir sessizlik
Odada odalıktan gelen bir sıkıntı
Çay fincanını anlatmama bile razıydın önceleri
Derken söyletmez oldun adımı

Senden bana, benden sana doğru
Yükselmekte ve alçalmakta derece
Odanın ortasında bir deniz başladı
Odanın girişine dair bir belirti
(Çayırda buldum seni. Çayırda buldum seni.)
Beni eskiciden almadın sen.
'' Evet kafayı sıyırıyorum. Ben ben deliyim diyen bir deliyim. S..mişim Norbert'i. Boşver. İki delinin hatıra defteri olsun bu. Televizyonu açıyorum. İnsanlar göbek atıyor. İnsanlar ağlıyor. ortası yok. Ben öylece duruyorum. Durduğumu kimseye hissettirmeden ama. Aynalarda görünmediğimi söylemiyorum. Susuyorum. Bu dünyada beni anlayan biri var. Senin ormanın. Çatallanan yollar. Bir sürü sesler. Kendini olanaksız kılıp beni en kuytu yerine getirip bıraktın. Seçimini yap ve kabul et. Aksi hep acı verir insana. Beni unutsan da önemi yok bu bataklıkta. Hiç acıklı gelmiyor bana. Ben seçimimi yaptım. Dibi boylarım ''

3 Kas 2011

Samuel Beckett ile söyleşi

- Çagdas felsefecilerin yazılarınız uzerinde hiç etkisi oldu mu?
- Felsefe yapıtları okumam.
- Niçin?
- Yazdıkları hiçbirseyi anlamıyorum.
- Yine de insanlar varoluşçuların varlık sorununun yapıtlarınız için bir anahtar niteligi taşıyıp taşımadığını merak ediyor.
- Anahtar ya da sorun yok. Yazdığım romanların konusunu felsefi terimlerle anlatabilecek olsaydım roman yazmak icin hiçbir nedenim olmazdı.
Hiç düşünmüş müydün sesin ve sessizliğin aynı şey olabileceğini? Ben bu denizi sensiz geçiyorum ve biliyorum. Sözlerinden geçen yalanlar gözlerimden geçmiyor. Seni sevmiyorum bu susuzlukta. Susuyorum. Aşkın bir anlamı olmadığını düşünmüş müydün?