20 Ağu 2015


Gazete okumuyorum. TV izlemiyorum. Gündemi takip etmemeye çalışıyorum. Bu beni kültürsüz, duyarsız biri mi yapar emin değilim. Başımı kuma gömmüş veya bunu arzuluyor değilim. Dünyanın ne boktan bir yer olduğunu iliklerime kadar biliyorum.

 Ülkelere, bayraklara, devletlere, politikacılara, marşlara, tarih kitaplarına, pasaportlara, hudutlara, hava-deniz-kara sahalarına, evlilik cüzdanına, tapulara, ordu komutanlarına, gazete haberlerine, merkez bankasına, kartvizitlere, göklerdeki babamıza, futbol takımlarına, merkez bankasına, bağımsızlığa, fetihlere, kahramanlıklara, hesap cüzdanlarına, demokratik seçimlere, beyaz saraya, batı medeniyetine, meleklere, siyasi partilere, sloganlara ve insanlığa inanmıyorum! 

Akıl sağlığımı koruyabilmek için, delirmemek için, elimden bir şey gelmeyecek acılarda takılıp merhem olabileceğim bir yarayı kaçırmamak için , okuduğum bir gazetede haberinin bendeki etkisi günlerce geçmediği için olan bitene kulaklarımı biraz tıkamaya çalışıyorum. 

Ama kaçamayız. Kaçamıyoruz. Amacım kaçmak değil. Aklımı korumak. Olan oluyor. İnsanlar biz görmesek de ölüyor. Beyaz aslanın nesli tükeniyor, ben Lily ile parkta oynuyorum, analar ağlıyor. Analar hep ağlıyor. 

6 Ağu 2015


Konuşmamız gerekiyor
Yeni olan her şeyden

Bir ev var anlatmam gerekiyor!
Denize çıkan sokaklardan, evlerin önlerinden, sokakların kalabalığından, Beyoğlu’nda bir pasajdan geçilecek, bir nihavend akşam makamından ve beyaz masa örtüsü üzerinde iki tek rakıdan.
Sonra hep “o ev”
Kapıyı hep içerden birilerinin koşarak açtığı
Karaköy’de, Kurtuluş’ta, Üsküdar’da belki
Konuşmamız gerekiyor şimdi 
Neleri artık hatırlamadığımızı
Yüksek tavanlarını evlerin, eski balkonları, 
Samatya’da bir sokağı konuşalım
Saçlarını yalnız evde çözen kadınların
Cam önünde çoğalttıkları çiçeklerden
Bir evin o hallerinden, sabahları demlenen çaylardan, çocuk ellerinde salçalı ekmeklerden 
Ufacık salondaki o devasa büfe, içindeki binlerce bardağın beklediği o bir adamı konuşalım, çarşıya uğramadan eve gelmeyen.
Cıvıltılı bir sesle sehpaya bırakılan o yorgunluk kahvesinden,
Akşamları soyulup bıçak ucunda uzatılan elmalardan, kış mevsiminden, soba isinden, beyaz badanalarından Mayıs aylarının, bahar pikniklerinden.
Ekmeğin hep taze konduğu o masayı konuşmamız gerekiyor!
Benim hiç doğurmadığım o çocuktan, 
Karnımın içinde o evi bekleyen..
Hadi o evi konuşalım.
O eski İstanbul’dan, beni ilk öptüğün günlerden,
Hadi gel ikimizden konuşalım!