29 Nis 2009

Anne davranışları!

ANNELERE ÖZGÜ DAVRANIŞLAR

1) ÖRTÜ ÖRTME HASTALIĞI
Kanımca genetik bir bozukluktan kaynaklanan bu rahatsızlık televizyonun üstüne çaprazlama dantel örtü sermekle baş gösterir sonra hızla ilerler. Çay tabakları, fiskos sehpaları, çamaşır makinesi üstü gibi evde kıpırdamadan duran her şey bu dantellerden nasibini alır. Yıllar boyunca kanepede sessiz sedasız gazete okuyan babamın tepesine aniden bir dantel serilebileceği korkusuyla yaşadım.

2) YAPMA ÇİÇEK HASTALIĞI
Bu davranış bozukluğunun 20 sene kadar önce komşularıyla Kıbrıs'a giden anne türlerinde grupça ve bir anda peydahlandığını tahmin ediyorum. Binbir türlü dandik, plastik çiçeğin salonlarımızda baş köşeyi almasından sonra mutfak masası üstünde hasır sepet içinde plastik elma, muz, limon gibi daha da katlanılmaz formlarla hayatımıza giren bu plastik salgınından annelerimizi ne yapsak kurtaramadık ( bir anı; İzmir'de apartmanın bahçesini daha güzelleştirmeye çalışan anneciğim limon ağacının yılın belirli aylarında meyve vermemesini içine sindirememiş ve Kıbrıs’tan aldığı sarı sahte plastik limonları ağaca bağlamak suretiyle doğaya yaratıcı bir müdahalede bulunmuştur)

3) ‘EVE ERKEN GEL’ DEME HASTALIĞI


Nereye gidildiğinin ve saat kaçta dönüleceğinin önemi yoktur. Pazar sabahı pikniğe bile gitseniz anneniz mutlaka erken gel evladım diyecektir. Başınıza gelmesi muhtemel bütün riskleri bir bir sıralar; kene, orman yangını, yakantop oynarken topun kafamıza çarpıması sonucu beyin sarsıntısı geçirmemiz, olası vahşi hayvan saldırıları, aç kalıp ölmek (nedense hakkını aramayan çocuklar olduğumuza hüküm getiren anneler zeytinyağlı dolmalar cocukları yiyemeden biter diye büyük endişe duyarlar), ip atlarken ipe takılıp düşmek, haşlanmış yumurtanın boğaza kaçması. Ne dersiniz deyin sonuç değişmez. Hava karardığı anda sokakta tehlikeler kol gezmektedir, hatta her yerde tehlikeler kol gezmektedir. Annemin elinde olsa beni tekrar karnının içine geri alıp güvenliğimi sağlamayı hayal ettiğine bahse girebilirim.

4) BABAN GELSİN GÖRÜRSÜN SEN!
Çekirdek aile türlerinde‘’Hilmi ah bu senin oğlun beni çok yoruyor’’ şeklinde başlayan nidalar silsilesi. Baba biraz kaş çatıp çocuğa kızmaya başladığınca az önce ispiyonlayan kendisi değilmişçesine çocugu babanın elinden almaya çalışmak gibi türlü arabuluculuk faaliyetleri ile gece uzar gider. Sonunda çocuk televizyon izlememe cezası almıştır, baba çocuğu odasına şıftırtmıstır, anne vicdan azabından tepsi tepsi yemekle çocuğun kapısını aşındırır. Çocuk ‘’anne seninle hayatımın sonuna kadar küstüm’’ gibi salakça tepkiler verir ve işin tuhafı anne bunu ciddiye alıp kahrolur. Ertesi sabah ‘’anneeeeeeeeee mavi kalemtıraşımı sen mi sakladın geneee’’ şeklinde bir haykırışla normal rutine dönülür.

5) BİR İŞKENCE YÖNTEMİ OLARAK TERLİK ve CİMCİRME
Evde anneye karşı gelme durumlarında kafanıza fırlatılan terlik sonucu yere düşmeniz ve can acısıyla ‘’aneeeeeey’’ diye ağlamanız (ne tuhaf ironidir) ve annenin evladım diye size koşup sarılmasıyla ve bir sevgi yumağı halinde çay demleyip kurabiye yemekle sonuçlanan bir olaylar zinciridir. Ev dışında çocugun kırdığı potlar annenin çocugun kolunu saat yönünde cimcirmesi ve çocugun haykırması sonucu belki de etraftan farkedilmeyen potun tüm mahalleye daha da duyurulmasına yol açar. Anne daha çok kızar, ‘’gel eve soracağım ben sana’’ gibi inandırıcı tehditler savurur ancak eve varıncaya gecen 12 dakikada anne kinini sıkı tutamamış akşam ne pişirsem derdine düşmüştür ve çocuk ucuz kurtulmuştur.

6) KISACA EVHAM
Yıl 2003 İstanbul’da bazı viyadüklerde kesik bacaklar bulunuyor, annem gazeteleri dehşetle okuyor ve o dönem Moskova'da yaşayan kızını (burada benden bahsediyorum) panik içinde arıyor: ‘’Kızım bak eve geç dönme, kapıyı iyi kilitle, fazla dikkat çekme, hanım hanımcık ol ’’ Sezi: ‘’Noldu anne sesin kötü geliyor.’’ anne: ‘’aman kızım bir sürü kötü şey oluyor sokaklarda, aman dikkat et , hele bir katil varmış istanbul’da bacak kesiyormuş, ona dikkat et bıdıdıdıdı’’ Sezi ‘’Annecim ben bambaşka bir kıtadayım ve ınan burada bir bacak kesilecekse bile bu benim tontiş bacagım olmayacaktır’’ Anne: ‘’siz daha dinlemeyin beni’’ Şimdiki aklım olsa kendisine şunu sormak isterdim:) diyelim ki İstanbulda’yım 10 milyonluk bir şehirde normal insan süsünde dolaşan anonim bir katile karsı nasıl spesifik bir dikkat gösterebilirim ki.

7) KIZI REJİME GİRİNCE ALLAH MUHAFAZA ÖLÜR ZANNETMEK
30 sene yemiş yemiş 40 bedene gelmiş semirmiş kızı Sezi çiğbörek, mantı gibi şeylere karşı kısa süreli bir direnç gösterince ‘’kızım bak incecik kaldın yemek yemeden zayıflanmaz’’ diyerek kızı delirtmek. Sofrada tabaklara yemek koyarken çocuktan gelen tamam yeter komutunu duyunca en az 6 kepçe daha doldurmak. Otomatiğe bağlamak.

8) HİÇBİRŞEYİ ATAMAMAK
34 sene boyunca hiç bir işe yaramamış bir nesnenin bir gün hayat kurtaracağına olan sarsılmaz inanç! bir evde neden 25 tepsi, 65 biblo,17 sehpa, 56 havlu, 3 süpürge olur ki:)

9) KUTSAL İŞLER
Bütün sene yan gelip yatmış, test çözmek yerine Kral TV izlemiş çocuğu anadolu lisesi sınavına okunmuş gofretle göndermek. (bu operasyonda anneanneden destek alınır)

10) KOMŞUNUN OĞLU SENDROMU

Bir de komşunun embesil çocuğuyla kıyaslama şenliği vardır ki yaşarken hiç de şenlik tadında değildir ‘’Oğlum ışte bıdıbıdı Şerbet teyzenin kızı takdirname alıyor hep bıdıbidı’’. Şeytan der çık üst kata, matematikten 5 alan çocugu öldür ama yapamazsın, savunmaya geçersin ‘’ama anne ben de çok güzel uzun atlıyorum’’ (burada kastedilen spor olimpiyatlardan araklama olup mahalledeki boş inşaatların ikinci katından aşağıdaki kum yığınına atlamak şeklinde icra edilir) anne bu sporun detaylarını öğrendikçe rengi kırmızıya döner ve fenalık geçirir. Matematikten 0 almamız unutuluverir, terlik faslına geçilir.


11) BAK ARKANDAN AĞLAR

Çocuğun ağzına kocaman bir kaşıkla tıkılmak üzere olan bamyaya ‘’ kızım aaaaaaaaaaaa baksana mis gibi bamya’’ gibi sunumlar ekleyerek çocukta iştah uyandırmaya yönelik hareketlerdir. ‘’Arkandan ağlar’’ ile devam eder ve çocuğun vicdan azabı duyup yemeyi yemesi amaçlanır. Ve evet işe yarar.

12 ) KARDEŞ KARDEŞ OYNAYIN YAVRUM

Eve oynamaya gelen arkadasın veya daha da kötüsü öz be öz kardeşin kafasına sandalye geçirdiğinizde annenizden gelen uyarının giriş cümlesidir. Anne konuştukça coşar, bir gün onu kahırdan öldüreceğinizden dem vurur, gözlerinden alevler çıkar. 17 dakika sonra mutfaktan ‘Sezi önlüğünü getir kızım ütüleyeyim, okula öyle buruşuk buruşuk gidilmez’ der ve mutlu aile tablomuza geri döneriz.

13) HASTA OLURSAN BEN BAKMAYACAĞIM

Çocuğun anneye ince gelen bir kıyafet giymesiyle annede oluşan korku durumdur. Ve asla bir anneyi memnun edecek kadar sıkı giyinmeniz mümkün değildir. Genelde ilk kıvılcım içe fanila giyilmemesi ve belin açık olmasıdır, sonra şu şekilde bir monolog cereyan eder ‘’Bak incecik çıkıyorsun , hiç sokak kıyafeti mi o, aşk olsun zatürre olacaksın valla kızım , siz annenizi dinlemeyin zaten, hep arkadaşlarınızı dinleyin, ben bakmayacağım sana yataklara düşünce, kendine kendin bakarsın olmadı gelsin o zıpır arkadaşların çorba yapsın sana bıdıbıdı’’

14) İŞGİL

- Seziiii kızım neden odana kapandın?
- İyiyim anne ooof yaaaaaaa
- Senin bir şeyin var kesin. Bugün Pazar neden sokağa çıkmıyorsunuz ablanla?

- Evde oturucam anne üstüme gelme yaaaaa.
- Kızım bak gel anlat bir şey mi oldu?

Anlattığım bu hikayeler 80'li 90'lı yıllarda bizzat tarafımdan yaşanmış veya gözlemlenmiştir. Şimdi duyar gibiyim 'Sezi benimle dalga geçme kızım' dediğini. Aslında onların bir nevi alameti farikası bunlar. Dünyanın başka ülkelerinde bambaşka anneler vardır belki ama kimin umurunda! Bizim annelerimiz altın günlerinde sigara böreği tepsisinin altına kolalı dantel örtü seren kadınlardı ve böyle çok muhteşemdiler.

24 Nis 2009

sorular

Kendimi zerre kadar tanımıyorum, ben'i tanımlayın lütfen bana,
sizi de zerre kadar tanımıyorum, kimsiniz? Neden birlikteyiz?

Yaptıklarınızı anlamıyorum.
Tanrının adını duyunca neden yukarı bakıyorsunuz? Tanrıya hizmet etmiyorsunuz, yaşadığınız hayatlar alabildiğine sizden ibaret ama neden her başınız sıkışınca ondan yardım istiyorsunuz? Tanrı kim? Kalbinizden bahsederken neden elinizi göğsünüze götürdüğünüzden bahseder misiniz lütfen? Sevgi nerede? Kalp durunca onca sevgi nereye gidiyor? Birini ne zaman artık sevmemeye başlıyoruz. Biz sıkılınca onca sevgi nereye gidiyor? Eski aşkların, sevgilerin, merhametlerin saklandığı bir müze mi var?

beni neden sevdiğinizi, neden sevmediğinizi veya,
bu tuhaf dünyada kalmakta neden bu kadar ısrarcı olduğunuzu,
evler, arsalar, tapular edinmek için neden bu kadar çabaladığınızı,
ölümü neden aniden ekranda açılan bir pencere gibi gördüğünüzü
ve köşedeki çarpıya tıklayarak onu da defedebileceğinize olan inancınızı.
Kendinizi neden iyi bir insan sandığınızı,
düşünmekten neden bu kadar korktuğunuzu,
neden sürekli aynı şeyleri yaptığınızı,
aynı cümleleri kurduğunuzu, aynı tanrıya taptığınızı,
ve neden şiir sevmediğinizi anlatın.

Evimi zerre kadar tanımıyorum,
Kendimi bu sokağa, bu odaya, bu şehre ve dünyaya ait hissetmiyorum, lütfen evi tanımlayın bana, pencelerimde neden demirler var, niye kapıyı üstüme kilitlemek zorundayım güvende olmak için. Söylesenize ben neden kaçıyorum.

lütfen bildiğimi varsaymayın.
Farzedelim fabrika ayarlarıma döndüm
farzedelip uzaydan geldim
anlamaya çalışıyorum
Durmadan seni düşünüyorum
aramıza her boşluktan sızan zamanı
hiçbirşey yapmadığımızı
aşktan mucizeler umduğumuzu
nasıl büyük çuvalladığımızı
durmadan düşünüyorum
artık kendimden ne kadar uzaklaştığımı
yaralarım nasıl kabuk bağlamadı, nasıl acıyorlar bu kadar?
Hayatına devam ediyor musun?
Hayatına devam ediyor musun?
gözlerimle görmüştüm öldüğünü

şiir sevmem diyenlere...

METİN ALTIOK

''Bu ham dünyada zoraki bir söz gibi sevgim.
sevsem sana yazik, sevmesem incinirsin''

''Kor düşseydi yüreğime bu yine de anlaşılır olurdu,
içimde suyu kesilmiş bir fıskıye birdenbire buruşup soldu''

----

NAZIM

sevgilim,
bu ayak sesleri, bu katliâmda
hürriyetimi, ekmeğimi ve seni kaybettiğim oldu,
fakat açlığın, karanlığın ve çığlıkların içinden
güneşli elleriyle kapımızı çalacak olan
gelecek günlere güvenimi kaybetmedim hiçbir zaman...

----

BRECHT

sevdigim,
soyluyor bensiz olamayacagini

bu yuzden
kendime dikkat ediyorum
yolda yururken onume bakiyorum
ve korkuyorum her yagmur damlasindan
sanki beni ezecekmis gibi.

------

TURGUT UYAR

umursamıyorum yılgınlığımı filan
çünkü sessizce yaşanmalı her şey
bir devrim sessizce olmalı mesela
ve her sözcüğüne inanmalı bir palyaçonun

bir palyaço neden yalan söylesin ki
ben palyaço olsaydım söylemezdim
marangoz olsaydım da söylemezdim
ben insan olsaydım yalan söylemezdim!

----

ANNA AHMATOVA

Nasıl unuturum yalpalayarak çıktı gitti
ardından koştum avlu kapısına
soluk soluğa bağırdım:
- Şaka tün bu olanlar, gidersen beni öldürürsün!
güldü tüyler ürperten bir rahatlıkla ve dedi
- Rüzgarda durma, üşürsün!

---

ÖZDEMİR ASAF

Güler, gülümser bir şakacı,
güldürür, düşündürür,
arada-bir durur, gözleri dalar,
neler söyler, neler susar..
yoksa, çok acı bir şakayı
şakadan da olsa,
çok yalın bir karanlığa mı saklar..
oynadığı oyunsa,
yaşamda oynadığı
oyununu mu yaşar..
oyunda yaşadığı,
yaşamını mı oynar..
yaşarcasına, oynarcasına.
öyküler anlatır olmuşçasına,
sonunu mutlu bağlar,
gider evinde ağlar...

----

NİLGÜN MARMARA

"hayat hep yüzünle seviştik, tersinin hatırı kaldı"

---

ECE AYHAN

sen kader ağacı değilsin---nedeni bu
tutkularına bırak kendini
bir soluk var yaşıyor uzak uzak
bu daha ölmemişsin demektir

önce bitir bu şarkıyı
bir bardak doldur mavi
--hicbiri acmıyor mu seni-
ve git bu gelmediğin yere
kurtulamayan--nedeni bu

Özdemir Asaf'tan

"gemilerin çoğu, bir insan yüzünden batmıştır. denizin yüzünden değil."

22 Nis 2009

Özdemir Asaf'tan

''şapkayı alıp gitmek vardır. Hem kolayca söylenebilir bu, hem de kolayca yapılabilir.
Mesele o şapkayı vestiyerden aldıktan sonra koyacak yer bulmaktır.''

Özdemir Asaf'tan

"bir bakmissin saat üç
bir bakmissin saat hiç"

Özdemir Asaf'tan

herkes herkesi seviyor..
hepsi de baska türlü seviyor.
herkes herkesi sevmesin,gerek yok
adam azaldi, sevgi de elden gidiyor.

'bana sen haklisin diyorlar,
hayir hayir,ben çok haklıyım.' bilen biliyor.
bu yarisin dışında kalanlar,
adami sevgi, sevgiyi de adam ediyor

Özdemir Asaf'tan

"kendi bahçesinde dal olamayanın biri
girmiş bahçeme ağaçlık taslıyor"

Özdemir Asaf'tan

"gelecegim, bekle dedi, gitti
ben beklemedim,
o da gelmedi
ölüm gibi birsey oldu.
ama kimse olmedi"

voltaire

"bir cogu yanlis dusunur,
bazilari hic dusunmez
gerisi dusunenleri kotuler"

8 Nis 2009

Hayallerimiz bizi zannettiğimiz kadar özgürleştirmez.
Elinize bir fotoğrafınızı alın ve aynaya bakın,
aynadaki siz ve resimdeki siz arasında tarifsiz bir fark göreceksiniz;
fark hayallerdir.
Aynadaki ben'e gözleriniz öyle anlamlar yükler ki,
kendinizden yavaş yavaş uzaklaşırsınız.
o yüzden hayal ettiğiniz her şeye mutlaka kavuşmalı,
kavuşamadıklarınızı ise hayal etmekten vazgeçmelisiniz.
Başka türlü özgürleşemezsiniz.

Sınırsız hırs ve arzu bütün kayboluşların temel nedenidir.
....
Kadın kollarını birbirine doladı, derin bir nefes aldı ve düşündü;
koca bir ömür var önümde ve hep seni anlamaya çalışarak geçecek.
Adam uzandığı kanepeden hafifçe doğruldu ve seslendi;
-Aval aval suratıma bakmayı bırak, sana akşam yemekte ne var diye sordum!

4 Nis 2009

Puslu Kıtalar Atlası'ndan

"...kendi payıma ben dünyayı rüyalarımla keşfetmeye çalıştım. bu yeterince cesur olmadığımın bir göstergesi olabilir. aynı hatayı senin de yapmana yol açmak istemiyorum. sana izin veriyorum, git. git ve benim göremediklerimi gör, benim dokunamadıklarıma dokun, sevemediklerimi sev ve hatta, bu babanın çekmeye cesaret edemediği acıları çek. dünyadan ve onun binbir halinden korkma''

3 Nis 2009

Mavi'den...

'' Gece saat 3 itibariyle evimdeki herşeyin yerini değiştiriyorum - yer değiştirmek derken, sandalye ile koltuk gibi basit değişimler zannedilmesin, yatakodasıyla salonu değiştiriyorum örneğin. Komşular duyar da rahatsız olurlar diye çekiniyorum, ama değiştirmeye karar verip onu gerçekleştirememenin bünyede yaratacağı huzursuzluğu tahayyül bile etmek istemediğimden başlıyorum çekiştirmeye.

Tam bu anda aklıma anneannem geliyor ve belli ki ondan sirayet eden bu sabırsızlık ve değişiklik tutkusu. Birşey istedi mi sınırlarını asla bilmeme. 103 yaşına kadar yaşamak bile bunun bir göstergesi herhalde. Sözkonusu kişi 100lü yaşlarında birgün dellenip gardrobu sürüklemeye başlamıştı gözlerimin önünde. Enteresan bir kadındı. Şu anda kafamızı şişiren tüm anti aging saçmalıklarını ben daha mini miniyken çürütmüştü. Sürekli şeker yerdi, çokokrem kaşıklardı ve nescafe içerdi. Kalıp sabun kullanırdı sadece. Bir kremi var mıydı bilmiyorum. Evet belki hiç sigara içmedi ama 10 çocuk doğurdu ve 7sinin öldüğünü gördü. Gözleri 100 yaşında bile cam gibiydi. Gezme, görme isteği hiç bitmezdi. Beni lanetlediyse o lanetledi:)

Yaşlandığını bırak kabul etmeyi, belli ki hiç düşünmemişti. Annemin ona aldığı elbiseleri beğenmez "bana böyle yaşlı elbisesi gibi koyu renk şeyler alma" derdi. Bunu derken 98indeydi.
Ben doğduğumdan beri bizimleydi, günlerim onun dini hikayelerini dinleyerek ve sonra unutacağım bir sürü dua ezberleyerek geçti. Birşeye faydası olmuş mudur bilmiyorum ama çok zemzem içtim:)

10 yaşımdayken ailecek taşındık. Anneannem yeni evde kendini işe yaramaz hissettiğini söyledi ve "eski ev"e geri döndü. 90 yaşında hayatında ilk defa yalnız yaşayan bir kadın oldu. İşte o evde gördüm onun spontan dekorasyon maceralarını. "İçim sıkıldı"yı da ondan duydum. İlla birşey yapması gerekiyordu, ne olursa..Köşede oturması beklendiği anda çöküverirdi.
Ve bu kadın ölümle bayağı bir alay etti. İlk 85 yılında kalp krizi geçirip hepimizi bir ağlatmıştı, eskisinden daha sağlıklı geri geldi. 2000de gitti gidiyor diye bir hafta başında bekledik, yemek yemedi, uyumadı, nefes almadı, sonra tekrar kendine geldi. Sonra birgün, öylesine birgün, gidiverdi. Kimseyi üzmek, sıkmak istemeden..Hepimiz onun ölebilecek bir varlık olduğunu unutmuşken, zevzek torun ben "anneannem bir hayalet aslında" gibi espriler yapıyorken..
Gözümle görmediğim ama canlandırabildiğim şöyle bir kare var beynimde..Son senelerinde bir gün ablam onu yazlığa, marmara ereğlisi'ne götürmek ister. Arabanın arkasında rahat etmeyen (aaah aaaah) anneanne öne oturmak ister. Ablam da güneşten gözleri rahatsız olmasın diye de kendi "acımız büyük, gözlük de büyük" gözlüğünü takar ona. Sonra da emniyet kemerini bağlar. Film karesi şöyledir:

Parisien görünümlü 30yaşında bir kadınla, kocaman lagerfeld gözlüklü ama başı örtülü nur yüzlü 100 yaşında başka bir kadın cart kırmızı bir spor arabayla, takribi 190km hızla otobanda cafe del mar dinleyerek ilerlemektedirler.

Ah...Özlemişim be sabun kokulu..Dediklerin aklımda. "Platik yapmayı" yani politik davranmayı öğrenemedim. "Allah iyi insanla karşılaştırsın" derdin, o konuda da pek etkim olamıyor. Senin gibi kurşun döken de bulamayız zaten. Ama 100 yaşına kadar yaşayıp, keyfim, kahyası ve ben şeklinde takılmak, ve mümkünse National Geographic fotoğrafçısı olacak torunlarımın pick-up'larının arkasında, dalış tüplerinin yanında bir yere sığışıp, o zamanın teknolojisi walkmani kulağıma takıp Kosta Rika'da yol almak var aklımda..Sonra bir taraflarda buluşup birbirimize hikayelerimizi anlatırız. ''

2 Nis 2009

Sezi'den

el yazın güzel senin,
uzaklarda ve mavi denizler gördün.
Sessizlikten ses çıkarmayı bilirsin,
Beklemeyi, sakinliği, mutlu uykuyu
Ben ki upuzun bir ormanda kısacık bir gülüm
karanlıkta ne yapılacağını bilmem
Nolur uykuna al beni!
Bu uğultulu ormanda bırakma!

Sezi'den...

Sözlerimi içime saklıyorum
Bir terzi gibi iğneler dudaklarımda
susuyorum ve içimden
bırakıyorum seni

Gözlerimden düştün,
Acımıyor mu hiçbir yerin?

Sezi'den...


Kaç aşktan yapılmadır bir aşk?

Aynı yarada kaç bıçak?

Bir aşk ki kendi yarasına merhem

Aynalarda dağılıyor


Kıyılara vurdu aşk!

Sarıp sarmalasak?

Kör belki de görmüyor

Eğreti duruyor bak

İkimizden ne yapsak


Dört yana haber saldım

Gelsin bulsun beni.

Bir aşk ki

Kayboldum

İçinden deniz geçiyor


Sesinde kurulu pusu

Kelimelerim...

Kundak...



Bulutsuz Özlemi'nden

Sözlerimi geri alamam
Yazdığımı yeniden yazamam,
Çaldığımı baştan çalamam,
Bir daha geri dönemem.

Hiç bi kere hayat bayram olmadı ya da
Her nefes alışımız bayramdı.
Bir umuttu yaşatan insanı.
Aldım elime sazımı.

Yine aşınca çayın suyu boyunu
Belki yeniden karşıma çıkacaksın.

Göz göze durup bakınca
Göreceğiz,
Neyiz ve nerelerdeyiz,
Bilemiyoruz
Şimdi.

1 Nis 2009

maskeli balo

''yaktım gemilerimi dönüş yok artık geri
tak etti canıma bu maskeli balo
bu maskeli balo ve onun sahte yuzleri''

Murathan Mungan'dan...

50 yaşına kadar EN BÜYÜK BAŞARIM

Her zaman iyi bir insandım, iyi kaldım.
Kalbimi çürütmedim. Kin tutmadım. İçim ekşimedi.
Dilimin kudretine rağmen, kimseye acı bir söz söylemeden gitmek isterim bu dünyadan...
Neden o aptal tavşan kostümünü giyiyorsun?
- peki sen neden o aptal insan kostümünü giyiyorsun?
Ben'i tanımla?

ya da dur tanımlama!

Kendini ne olarak nitelendirdiğinin ne anlamı var ki?
Uçup gidecek bütün zannettiklerimiz.

öf dedi fare:- dünya da günden güne daraliyor.
ilkin bir genisti ki, korktum, kostum ileri,
uzakta sagli sollu duvarlari görür görmez dünyalar benim oldu.
ama bu uzun duvarlar da bir çabuk birbirlerine dogru ilerliyor ki,
en son odadayim iste; orada, kösede de kapan duruyor,
gide gide kisilacagim kapana

kedi: - sen de öyleyse yönünü degistir, dedi

ve fareyi kedi yedi

kafka

gündüz düşleri

Tam şu anda, şimdi
Foça'da olmalıyım.
Eskisinde ama mutlaka.
Denize ayaklarımı sarkıtıp, mavi balıkçı kayıklarını izlemeliyim.
Soğuk bira içererek (bak bu çok mühim) boş boş gülmeliyiz dostlarla.
Denizin dibinde. kıyısında. yanıbaşında.
Denizi de yeriz ama doymazsak çinekop, tekmil fava, yanında bol roka:)
bir de o güneşli rüzgar
tuzlu, denizden ve ılık...