30 Eki 2011

Albert Camus

'' Adam öldürme ve işkence etmenin birer öğreti olduğu ve neredeyse birer kurum haline geldiği bir uygarlıkta, cellatların memur kadrolarına girmeye yerden göğe kadar hakları vardır''

Albert Camus

'Bir ülkeyi tanıma yollarından biri,
orada insanların nasıl öldüğünü bilmektir..''

Nazan Bekiroğlu

"Tırnağım camı kesiyor da kalbimi kesmiyor artık benim. Sırtımda yolun bütün yükü, bütün ağrısı. Saçlarım kum karası. Artık hiçbir şeye hayret etmiyorum. Çok derine inmek vurgun getirdi, iyilikten de güzellikten de yoruldum. Hiçbir şeye eyvallahım kalmadı. Uçak ve müze biletlerimi saklamıyorum. Arkasına tarih atmıyorum hiçbirinin, bir cümle yazmıyorum. Kuru bir yaprak iliştirmiyorum takvimlere. Nerde kaç gün, kaç gece kalmışım? Sağa sola bıraktığım harfleri sökemiyorum. Birleştirip heceye geçemiyorum.

Çok sıkıldım artık ben. Kalem değiştiriyorum.
Saltanat arzusuyla yanıp tutuşuyor, babası âb-ı hayat içmiş şehzade. Üstelik kan bedava bu kanunnamede. Oysa kocaman bir bulut geldi, üstümde durdu. Sesim geliyor, kendim görünmüyorum. Emniyet kemerim takılı değil. Karşıdan karşıya da dikkatli geçmiyorum.

Kısa sürmeyecek bilirim, anlık değil bu. Yol hali bu, gidip de dönmüyorum.


Siz kalın, ben gidiyorum."

Nazan Bekiroğlu

Bir demet nergis al kendine. Ne olur böyle yapma. Kendine kıyma.


Biliyorum senin için yanıyor. Onlarla aynı dili konuşmadığını zannettiğin bir kalabalığın ortasında, âcizliğinden muztarib, gittikçe içine kapanıyorsun. Her şeyden uzaklaşıyorsun.
Tamam. Yorgunsun. Allah şahit, bilenler şahit, çok yorgunsun. Yaşanmakta olan bütün acılar gibi yaşanmış ve yaşanacak olan bütün acıların da kalbinin üzerine çöreklendiğini zannetmekten yorgunsun. Böyle bir yükü bu kalp taşımaz, biliyorsun. Ben de biliyorum. Ama, kaldır bu acıları benim kalbimin üzerinden Rabbim, diye bir dua da etmiyorsun. "Saf ahenge biçilen bunca bedelin çok fazla olduğunu" düşünmene ramak kalmış. "Giriş biletini üstün saygıyla iade etmek" noktasında tereddütlü, İvan gibi, bütün sorumluluğu kendi üzerine alıyorsun.

Burası dünya. Cennet değil, unutma. Çekilme kabuğuna. Adım at. Denize at. Hâlik'ın var senin. Haddini aşma. Zıddına inkılâb etmekten kork. Baba Karamazov'luğu bütün insanlara mâl etme. Unutma, Alyoşa da insan, İvan'ın düştüğü yerden kalkan Mitya da.

Bahçendeki ağaçların sarsıldığını fark et önce. Deniz, kıyıları dövmeye başlamış çoktan. Yağmurun damlaları camlarda kristal. Yer ile göklerin yaklaştığı kadar gece ile gündüz de birbirine yaklaşmış. Şeb-i Yeldâ. Kaldırımlarda sarı ışık topları, başında rüzgârların en fazla hatırlatanı. Renginden, kokusundan, sisinden, buğusundan kar sesini hatırla. Bir kerecik ne olur kendi korunağından, sıcağından utanma. Üzerine atılan çizgili battaniyenin, ocağında yanan ateşin hesabını yapma. Acının kavramı kadar yakıcılığını da bütünüyle sırtlanma. Çetele çıkarma. Herkesin yerine yanmaya kalkışma. Hani, "Siyahlık şöyle dursun, haddinden fazla beyazlık bile hoşa gitmez", diyor ya Şirazlı Sadi. Uy öğüde, küstahlaşma. Acı biraz. Esirge kendini. Bağışla. Telef olup gideceksin yoksa.

Bir demet nergis al kendine. Dolmuşa bin. Önceden hazır ettiğin 125 kuruşu tutuştur şoförün eline. Bak, bu keskin soğukta bile ter damlacıkları. Sonra bir grup genç doluşsun içeri. Kızlı erkekli, hengâmeli şamatalı. Nasıl böyle tasasız olabildiklerine şaşma. Yol boyunca biri diğerlerine ellerini kollarını sağa sola çarpa çarpa, incir çekirdeğini doldurmayan bir sürü şey anlatsın. Zayıf sözcüklere yüklenmiş gürültülü cümleler kullansın. Kızma. Katıl sohbetlerine. Bir cümle de sen sal orta yere. Üniversite öğrencisi değillermiş. Eziklermiş bu yüzden söylemeseler de. Dershaneye de gitmiyorlarmış. O defteri ebediyen kapatmışlarmış. Sonra içlerinden biri senin kucağındaki demetten bir sap nergis istesin, tek dal, diye üstelesin. Kız arkadaşına verecekmiş. Ver. Versin. Bir şeyin eksik kaldığını fark etmedin mi? İkinci nergis dalını da sen çıkar usulca. Bu da kendi arkadaşına versin. Kızlardan biri geri dönsün neşeyle. Nereden geliyor bu nergisler, desin. Benden, de. Ben nergis devrimdeyim. Gül devrimi, lâle devrimi çoktan geçtim.

Aynı durakta inin. Elindeki çantaları taşımaya kalkışsınlar. Reddet. Onlara, yürümeye çalışan bir anneyi işaret et. Gencecik, güzelcecik. Kucağında çocuğu. Kollarında torbalar, çantalar. Biraz hava almak için dışarı çıkmış. Bir işe yaramamış. Belli ki yükü ağırlaştıkça ağırlaşmış. Annenin tükenmesi. Tam da o menzilde. Onu işaret et. Onun yüklerini taşıyın, de. Taşısınlar. Müteşekkir kal.

Sonra hatırla. Yıllar önce hani, yine böyle bir kuyuya düşmüştün de sen. İnsanlara güvenini kaybetmiş, birinde hepsini mahkûm etmiş. Bir bebek arabasını ite ite bir köprüden geçiyordun. Birden arabanın ön sağ tekerleği yerinden çıkıp tıngır mıngır yuvarlanmıştı da köprünün korkuluklarına dizilmiş şamatalı gençlerden biri yerinden fırlamıştı. Tekerleği kapmış, bebek arabasının önünde diz çökerek yerine takmıştı. O zaman insanların birinde tümünü affetmiş değil miydin?

Bir göz gezdir bakalım. Bir avuç fındık verenin, tahta sandığın üzerinde bir cenin uykusuna aktığında senin de başının altına bir yastık koyanın. Vardır mutlaka. O rüyayı görmeyi unutma.

Bir demet nergis al kendine. Ne olur böyle yapma. Kendine kıyma..

Nazan Bekiroğlu

''Çünkü aşk bir yeniden var etme eylemidir. İçimizde sürekli yeni senler oluştururuz. Üstelik öyle senlerdir ki bunlar, “sen”e de uymaz. Şair seslenir: “Seni seviyorsam bundan sana ne?”
Bazen bir hayal, gelip geçici bir suret aslından ne kadar tehlikeli olabiliyor. tehlikeli; çünkü sureti içinde büyüten aşık, kendisini katarak onu büyütüyor.
Bu yüzden belki en baştan yapılması gereken anlaşmadır aşka sevenin sevileni uyarması: İzin verir misin, seni kurabilir miyim? Seni yeniden yazabilir miyim? Kendi içimde senden bambaşka bir sen çıkarabilir miyim? Sonra tutup seni onunla yarıştırabilir miyim? Sonrasında, ona uymuyorsun, diye canını acıtabilir miyim? Hayır tabii ki! böyle bir anlaşmaya kim “evet”, diyebilir? Nasıl cesaret edilebilir bu evet’e? Evet, izin veriyorum içinde, benden bambaşka bir ben çıkarabilirsin. sonra tutup beni onunla yarıştırabilirsin. Sonra ona uymuyorum diye canımı acıtabilirsin''

29 Eki 2011

Ne çok ölü var arka bahçelerimizde... sustuğumuz.

Bu Cumhuriyet aydınlığa çıksın istiyorsak.

ÖNCE HERKES KENDİ KALBİNİN İÇİNİ TEMİZLEYECEK,

AKLINA ÖĞRETECEK,

RUHUNU BÜYÜTECEK!
Sabahattin Ali, Metin Altıok, Bahriye Üçok, Hrant Dink, Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Uğur Mumcu, Erdal Eren, Deniz Gezmiş… ve daha niceleri. Sürgünde ölenler, sorgudan dönemeyenler, onbinlerce Kurtuluş Savaşı şehidi, ve yirmi yaşında aşık olamadan, sevdiğine sarılamadan tenekeden sınır karakollarında ölen o güzelim çocuklar, depremlerde binaların öldürdükleri, tersanelerde demirlerin öldürdükleri, yağmurun öldürdükleri, devletin astıkları, faklı Allah'a inanıyor diye öldürdüklerimiz, ırkını beğenmeyip yok farzettiklerimiz, kaybolup giden o madamlar, terör cinayetleri, kocalarının parça parça doğradığı binlerce kadın, ‘’yollarda, sürgünlerde, göçlerde'' azalanlar, dağlara çıkarılıp beyni yıkanan, katil olmaya büyütülen ve olan Kürt çocuklarının ölen çocuklukları, ''katil'' olmadan önceki o çocukların ölü hayalleri, Sarıkamış’ta yırtık çarıklarıyla donan askerlerimiz, yağmada hırsla üzerine basıp geçtiğimiz ‘’Eleni'ler’’ , dağdakinin kovdukları, o bağlarını ağlayarak terk etmek zorunda bıraktıklarımız, büyük şehirlere umutla göç edip soğukta ve aç hayatta kalmaya çalışan insanlar, ruhları ölenler, bedenini satmak zorunda kalan herkes, boyun eğdirilenler , susturulan türküler, kimi seveceğine biz karar veremedik diye onurunu öldürdüğümüz eşcinseller, genelevlerde gözleri ölmüş, tenleri ölmüş hayat kadınları, yol kenarlarında pis kokan adamların dövdüğü travestiler, babası yaşında adamlara satılan çocuk kadınlar , kalpleri ölmüşler… Bu ülkenin gölgeli, karanlık ve hasta bilinçaltının ezdiği, susturduğu her ses, her nefes. Ve bize hediye edilen zerre değerini bilmediğimiz bol bayraklı , çok rap raplı, çok ''ses''siz ve tek tip olmaya zorladığımız tüm kayıp renkler. Bizim yapayalnız Cumhuriyetimiz.


Çocukluğumun fener alaylarında ne güzeldin!
Herkes bir ayar verme peşinde... Biri İngilizce Cumhuriyet Bayramı statüsü yazıyor, başkası yorum döşüyor; ''bunu Türkçe yazmalıydın''.''Biri depreme üzüldüm'' diyor, ''öbürü şehitlere üzül'' sen diyor. Nereden biliyorsun belki en çok ona üzüldü? Sayaç mı taktırdın kardeşim? ''Bilmemkim ünlü balıkçıda sefa yapmışmış, şu birlik beraberliğe en ihtiyaç duyduğumuz günlerde cıkcıkcık''. bir podyum hava...sı herkeste, takmış takıştırmışız sloganları, bir süs bir süs, bir büyüklük, bir tatlısu merhametciliği bir kınama, bir ayar çekme nidaları ve galeyan! not: Yardım etmek için organize olmak veya Cumhuriyetimizi statülerimize taşımaktan bahsetmiyorum. ''Desinler, Desinler'' cilikten bahsediyorum. Özde olmayan büyük sözlerden bahsediyorum ve eyleme dönüşmeyen iyi niyetlerden, kendine yufka yüreklerden ve kendi aklını başka kalplerin sırat köprüsü sananlardan bahsediyorum.

19 Eki 2011

Birhan Keskin


“ Ben sizi nasıl da ağır, nazlı ve dur bakalım sevdiydim.
Ben sizi sahrada yağmurları bekler gibi beklemedi miydim? ”

Uçurtma Avcısı

"Sana hiç yalan söyler miyim, Emir Ağa?"
Birden onunla azıcık oynamak istedim. "Bilmem. Söyler misin?"

"Onun yerine pislik yemeyi yeğlerim," dedi, gücenmiş bir ifadeyle.

"Gerçekten mi? Yapar mısın?"
Şaşırmıştı: " Neyi yapar mıyım?"

Gözleri yüzümü uzun uzun araştırdı. Orada, o vişne ağacının altında oturan ve ansızın birbirine bakmaya, gerçekten bakmaya başlayan iki çocuktuk.

"İstersen yerim," dedi sonunda doğruca gözlerime bakarak. Gözlerimi kaçırdım. Bugün bile, Hasan gibi söylediği her sözü inanarak, içtenlikle söyleyen insanların gözlerine bakmakta zorlanırım.

"Ama merak ettim," diye ekledi. "Benden böyle bir şey ister miydin, Emir Ağa?"

Zoraki gülümsedim. "Aptallaşma Hasan. Böyle bir şey yapmayacağımı bilirsin". Hasan da gülümsedi. Ama onunki zoraki değildi. "Bilirim," dedi.

Schopenhauer

''Krallar taçlarını ve asalarını geride bıraktılar, kahramanlar da silahlarını ama aralarında içlerinden dışlarına taşan görkemlilikleri duruyor hala. Bunu dışarıdaki şeylerden almayan büyük insanlar, büyüklüklerini yanlarında götürürler''

Hakan Günday

'' Bir adım daha atsam çıkıcaktım. Sadece insanlıktan değil, bütün dünyadan.
İnsanın kendi imkanlarıyla bir uzay mekiği inşa etmesi böyle oluyor işte. Önce deneme mahiyetinde fırlatılan maymunlar gibi birkaç duygu bindiriliyor mekiğe. Sonra da bütün beden, bütün beyin hazırlanıyor, dünyanın dışına yollanmaya. Tek amaç, ay'a benzeyen bir uydu olmak. Dünya güzel ama çok uzaktan diyebilmek ''
Kayra : '' Her zihne tek bilgi gerek sevgilim. Sen, benimsin. Seni bildiğim için varım. Midem hayattan ne kadar bulanıyorsa, sana o kadar aşığım. Seni dünya kadar seviyorum, demeliyim. Çünkü seni dünyadan nefret ettiğim kadar seviyorum ''


Kinyas: '' Mutlu olunabileceğinin en büyük kanıtıyım. İnsanlık,ahlak ve toplum adına onu da kurtarmak istiyorum. Gerçek isminin Kayra olmadığını hatırlamasını istiyorum. ve artık bilmesinin zamanı geldi! Gözlerini açmalı. Nefsine sahip çıkmasının zamanı geldi. Hayat reddedemiyeceği kadar güzel ve gerçek. Bu hayatta umut, sevgi, dostluk, insanlık var! Ölüm ise boş bir kağıt! Kayra,yolculuğunun parçaladığı hayatını toplayıp geri dönmelisin. Çünkü burada her şey var!... Her şey var! Her şey var! "

5 Eki 2011

Ingeborg Bachmann

“Bir adam, vitrininden ne dükkanı olduğunu anlayamadığı bir dükkâna girer ve tezgâhtaki yaşlı adama ne satıldığını sorar. ‘Biz düş satarız’, der adam. Müşteri ilgilenir. Satıcı adama üç düş gösterir. Müşteri, en sonuncusunu ve en güzelini beğenir. O düşte kendini görmektedir: gerçek yaşamda, ilişkilerini doğru dürüst yaşayamayan biridir ama gördüğü düşte, başta kendi kişiliği olmak üzere, her yaşadığının ahlâkını savunmakta kararlı biri olup çıkmıştır… Beğendiği düşün fiyatını sorar. Satıcı,yaşamınızın birkaç yılı’, diye yanıtlar. Anlamadım’, der müşteri, ‘parayla değil mi?’.Hayır, biz düşlerimizi, müşterilerimizin hayatlarının bir bölümü karşılığında satarız’. Peki şu birkaç yıl.. biraz fazla değil mi?’. ‘Hayır. Bizde öyle düşler vardır ki, karşılığında bütün bir hayatı isteriz!’… Müşteri, düşü almadan dükkândan çıkar ve eski yaşamına döner. Düşlerine layık olmayı göze alamamıştır.”

Ingeborg Bachmann

"Bir gün gelecek, insanların siyah ama altın gibi parlayan gözleri olacak; onlar, güzelliği görecekler, pisliklerden arınmış ve tüm yüklerden kurtulmuş olacaklar, havalara yükselecekler, suların dibine inecekler, sıkıntılarını ve ellerinin nasır bağlamış olduğunu unutacaklar. bir gün gelecek, insanlar özgür olacaklar, kendi özgürlük kavramları karşısında da özgür olacaklar. Bu, daha büyük bir özgürlük olacak, ölçüsüz olacak, bütün bir yaşam boyunca sürecek."

Ingeborg Bachmann

''Kimi zaman bana neden içinde her şeyin iyi olacağı ütopik bir ülkeyi, bir ütopya niteliğinde bir dünyayı tasarladığımı sordular. Yaşadığımız günlük yaşamın iğrençliği göz önünde tutulduğunda, bu soruyu yanıtlamak bir çelişkiye yol açabilir, çünkü bizler, günümüzde gerçekte hiçbir şeye sahip değiliz. İnsan, ancak maddi şeylerin ötesinde bir şeylere sahipse zengindir. ve ben bu materyalizme, bu tüketim toplumuna, bu kapitalizme, burada cereyan eden bu korkunçluğa, sırtımızdan yaşamaya hakları olmayan bu insanların zenginleşmesine inanmıyorum. Gerçekte inandığım bir şey var, ve ben buna 'bir gün gelecek' diyorum. ve özlemini çektiğim şey, bir gün gelecek.

Evet, belki de gelmeyecek, ama ben yine de inanıyorum geleceğine.
Çünkü eğer inanmazsam, artık yazamam.''

V. Woolf

"Düşsel planda kadın son derece önemlidir; gerçek yaşamda ise tümüyle önemsiz.
Şiiri bir baştan öbür başa kaplar; tarihte hiç görülmez.
Kurmaca yazında kralların ve fatihlerin yaşamlarına hükmeder; gerçek yaşamda ailesinin parmağına bir yüzük geçirdiği herhangi bir oğlanın kölesidir".

Nikolay Vasilyeviç Gogol

Ancak burada Schiller'in karısının bütün sevimliliğine karşın aptal bir kadın olduğunu belirtmek zorundayız. Bunu, aptallığın güzel bir kadının güzelliğine güzellik kattığını bilmemize karşın belirtmek zorundayız. Öyle kocalar vardır ki, karılarının aptallığından büyük sevinç duyarlar, bunu çocuksu bir safiyetin belirtisi gibi görürler. Ey güzellik, sen nelere kadirsin. Ruhsal yeteneksizlikler, kusurlar güzel bir kadında iticilik yaratmak şöyle dursun, ona ayrı bir çekicilik kazandırıyor. Ayıp diye nitelenen şey güzel bir kadında sevimli duruyor. Kadından güzelliği alın, kendisine sevgi değilse de saygı duyulmasını sağlayabilmek için kadının erkekten yirmi kat daha fazla akıllı olması gerektir.

3 Eki 2011

hüzün çocuklar için arada bir, yaşlılar için sürekli
atılan ağı dolduruyor ırmak
balığı deniyor terzi
yüreğini iğnesinden kurtarıp pazarları
ben sevgilenmeyi denerdim, bıraktım şimdi
gerçek derliyorum, ipe diziyorum
beni doğrulayanı seçiyorum
bir o kadar beni doğrulamayan
kuşkulansam, kuşkulanmıyorum o zaman
caymıyorum kendimi doğrulamaktan


bir atlayıp iğnemi bir batırıyorum
terziyim hafta başı balığa çıkamayan

göğü atlıyorum. geniş göğü,
ferah balkonları atlıyorum
mutlu çocuk yüzlerini atlıyorum
atlıyorum suyu, soluyan diri atları
yaylaları ormanları atlıyorum da
varıp ellas'ta duruyorum.
gecenin ellas'ında
iğnemi, benim iğnemi ellas'ın yakarısına:
-inişlerde dolgun diri salınan
mısırları boyayacak mısın?
ay sarı ay, usul ay
dağıtacak mısın gökyüzünü orda burda_
eski duvara, tahta çite, asma köprüye
ay sarı ay, usul ay
kavruk, kara, yorulmuş ineğimi
tazeleyecek misin?
patikayı düz edip uçurumu örtecek misin?
ay sarı ay, usul ay

hüzün çocuklar için arada bir ve yaşlılar için sürekli
bence oyalanıyorum, terziyim daha
balığa çıkmasam bile hafta başlarında
bir batıra iğnemi, bir batırmaya
oyalanıyorum
beni doğrulayan ve doğrulamayan hepsi bir arada

hüzne az bir şey var, yaşlılar için olan

Yumurtaya can veren Allahım her canlının benzerini yaratmış işte!

Bu meyvemiz Tayland'ın bağrından kopup gelmiştir. Ve evet aynısının tıpkısı yılana benzemektedir.