16 Ağu 2012

13 Ağu 2012

Georg Simmel


'' Bazı hayvanlar bir haksızlık yaptıklarını hayal meyal sezebilirler
- ama hiçbir hayvan özür dilemez! "

'' Bereket versin, Anadolu'nun bu yalnız kendisine mahsus dertleri yanında gene yalnız kendisine mahsus çareleri vardır. bunların en birincisi rakıdır ''

12 Ağu 2012


'' Aç adam kahvaltıda korku yer. Sessizlik korkusu sokakları sarsar. Korku tehdit eder. Eğer aşık olursanız, aids olursunuz. Sigara içerseniz kanser olursunuz. Nefes alırsanız zehirlenirsiniz. İçki içerseniz, kaza yaparsınız. Yemek yerseniz, kolesterolünüz yükselir. Konuşursanız, işsiz kalırsınız. Yürürseniz, saldırıya uğrarsınız. Düşünürseniz, acı çekersiniz. Şüphe ederseniz, acı çekersiniz. Hissederseniz, yalnız kalırsınız."

Eduardo Galeano


"İletişim araçları gitgide yaygınlaşıyor ve bunlar, domates salçası ve şiddetiyle birlikte batı demokrasisini yayıyorlar. bunlar, güçlünün egemenliğini kabullenmeyi öğreten ya da bir sosisle mutluluğu, bir sigara ile onuru, bir otomobil ile kişiliği birbirine karıştırmayı öğreten günlük mesajlar taşıyor."

''Acaba kaç kez diktatör oldum ben? Kaç kez bir engizisyon yargıcı bir sansürcü ya da bir gardiyan ? Kaç kez, en sevdiğim insanlara konuşmayı ve özgürlüğü yasak ettim? Kaç kişinin sahibi hissettim kendimi ? Bana benzememe suçundan kaç kişiyi mahkum ettim? Kendimi tüketim toplumunun dışında sanan ben, kaç insanı birden kullandım acaba ? Başarıda kendini bulan ben, başkalarının çökmesini gizlice kutlamadım ya da istemedim mi ? Bu dünyada kim başarının peşinde koşmuyor sanki ? Kim öz kardeşiyle rakibini, ya da sevdiği kadınla kendi gölgesini karıştırmıyor? ''

Ahmet Erhan


Bir gün anlarsın beni neden suskunum
Dünya içimde konuşurken böyle
Bedenimi aşıyor yorgunluğum
Karşında oturduğum masalardan dökülüp saçılıyor
Bu öyle bir çığlık ki, susuşlar kalıyor geride
Ondan öte her söz bir saçmalığı büyütüyor.

Adını çoktan unuttun yüzün aklımda
Ve bu şiiri neden sana adadığımı bilmiyorum
Ama her güzellik nasılsa kendi adını bulur
Bunun için ben gül dedim sana..
Yine de bir çiçeğe bunca yağmur yağarsa
Kökleri toprağı saramaz olur

Üstüne titrediğim her şeyi yitirmeyi öğrendim çoktan
Söylenecek bir tek sözüm kalmazsa
Çizerim yüzünü kuşların kanatlarına
Her çırpınışta gökyüzüne dağılır yüzün,
Hücrelerine varana dek uçuşur.

Kağıtların aklığına aşkın tortusu çöküyor parklar, sokaklar,
Söylenmiş ya da söylenmemiş sözler
Yazdıkça biraz daha unutuyorum seni
Ve her yerde düş tacirleri,
Şiirseviciler bir şeyleri yorumlayıp duruyorlar
Aptalca büyüteçlerle inceliyorlar şu yitik ömrümüzü
Ben aşkın son hasatçısı, son peygamber,
Gülünç, soyu tükenmiş bir varlığı oynuyorum boyuna.

Sana artık bir sığınak olsun bu şiir
Noterlere ver onaylasınlar - her hakkı saklıdır
Düşün, kalemimi sen tuttun yazarken
Yeni okula başlayan bir çocuğa yardım eder gibi
Öyle acemilikler yaptım ki ben
Hiç kalır bu şiir onların yanında

Ve nasıl ayaktayım diye şaşıyorum bazen.
Göreceği son şey bu şiirdir dünyanın
Çığlığımdan arta kalan bunlar olacak
Aklımın son kırıntılarını da burada harcıyorum

Bundan böyle ibreler hep eskiye vuracak
Yakınmıyorum, yerinmiyorum
Hiçbir şeyle kalırsa odalarda unutulmuş birkaç şiir
Bir yeniyetmen in altını çizeceği dizeler benden
Senin adın nasılsa bir gün hepsini tamamlayacak...

11 Ağu 2012


Bir gün bir kral diyarın en güzel prenseslerini çağırdığı bir davet verir. Güzel olmasına kızların hepsi güzeldir ama kralın kızı gibisi yoktur. Kralın askerlerinden biri nöbet beklerken prenses önünden geçer. Bakış o bakış. Prensese âşık olur. Basit bir askerin, kralın kızının yanında lafı mı olur? Ama her nasılsa, eninde sonunda prensesle tanışmayı başarır. Onsuz dayanamayacağını, beraber olamayacaklarsa ölmek istediğini söyler. Prenses, askerin aşkının gücünden etkilenir. Ona şöyle der, "eğer balkonumun önünde yüz gün yüz gece bekleyebilirsen, senin olacağıma söz veriyorum."
Asker başlar beklemeye. Bir gün, iki gün, yirmi gün geçer. Prenses her akşam balkonundan, aşağıda bekleyen askere bakar. Ne zaman baksa asker hiç kımıldamadan dimdik durmaktadır. Yağmurda, karda, rüzgârda hep orda bekler. Kuşlar askerin kafasına pisliklerini yapar, arılar onu her bir yerinden sokar.
Asker yerinden kımıldamaz. Günler geçer, asker bekler. Doksan günün sonunda bembeyaz, taş kesilmiş gibi durmaktadır. Gözlerinden boşalmakta olan yaşları tutamaz. Uyuyacak takati kalmaz.
Ve bitmek tükenmek bilmeyen bu zaman boyunca prenses de bekler.
Sonunda doksan dokuzuncu gece gelmiştir.

...Asker arkasını dönmeden gider...

Gündüz Vassaf


'' Ben ufaktım. Yaşadığım bir şeye yetişkinlerin inanmadığını , annemin de yanılabileceğini fark edince çok şaşırdım. Kendimi tutamayıp uzun süre güldüğümü hatırlıyorum.
Dokuz yaşındayken insandan korktum. annemle oturduğumuz evin kapalı kepenklerinin arkasından gizlice gözetlediğimiz 50-60 kişi evimize saldırıp saldırmamaya karar veremiyordu. Neyse ki o gün öğretmenimizin sınıfta hepimize bellettiği "kıbrıs türktür" ibaresini bahçede duran otomobilimizin üstüne beyaz tebeşirle yazmıştım. gittiler. Başka yerleri yağmaladılar.
Yatılı okula gittikten bir kaç ay sonra kedimin öldüğünü öğrenince anladım yalnızlıktan, sevgisizlikten ölünebileceğini.
Psikoloji bölüm başkanım tezimi öztürkçeleştirmemi istediği zaman, buna karşı koymadım. Bir yerlere varabilmek için kabullendiğim ilk otosansür buydu. İçindeki kimi kelimelerin ne anlama geldiğini bilmediğim bir "bilimsel" tezim var şimdi. Hep de olacak.
Stajyer olarak çalıştığım psikiyatri servisinde yatan oğlunun ceplerini gizlice karıştırırken bulduğu haşhaşı servis şefine titreyen ellerle teslim eden anne, akşam aynı profesörün kendi evinde bize aynı haşhaşı ikram ettiğini görmedi tabiî, ama ben artık meslektaş olmuştum.
12 eylül darbesinden sonra, üniversitede kalabilmek için kimi sakalını kesti, kimi eski akademik çalışmalarını gizledi. yeni düzene ayak uyduramayanlar teker teker istifa etti. Biri de bendim. Boğaziçi üniversitesi'nden ayrıldım. "öğrencilerimi" özlüyorum.
Bir kez torpil yaptırdım - oğlum t.c. vatandaşı olabilsin diye. Hem de atatürk'ten. Londra'daki T.C. başkonsolosluğu'nda bana: "evli değilsin" dediler, "oğluna nüfus kağıdı veremeyiz. Üstelik soyadın arapça; soyadı kanunu'na aykırı. Nasıl alabildin bu soyadını?" Görevliye arkasındaki devasa atatürk portresini işaret ettim: "rahmetli babamın akrabası olur, herhalde onun sayesinde" dedim. Akan sular durdu: oğlum T.C vatandaşı oldu. Hakkıydı.
Daha bir kaç yıl önce, uzun uzun düşünüp en zararsız mesleğin itfaiyecilik olduğuna tam kanaat getirmiştim ki, elinizdeki kitabın kapak resmini yapan Mehmet Nâzım'dan Fransa'da kimi itfaiyecilerin kahraman olabilmek için, önce gizlice orman yangını çıkartıp sonra da söndürdüklerini öğrendim.
Son yıllarda pek bir şeye karışmıyorum. ama, olanla da yetinemediğimden, ara sıra yazmaktan alıkoyamıyorum kendimi. Bana da sormuş olsalardı, "kapatılan Eskişehir cezaevi ne olsun?" diye, "içi boydan boya aynalarla donatılmış bir müze olsun," derdim. ''



Hasan Ali Toptaş

" Böylece, aslında hiçbir zaman hiçbir yere gidilmiyor da, yalnızca gidilmiş gibi olunuyor. Ancak kelimelerle gidiliyor ya da, kalınacaksa kelimelerle kalınıyor, kelimelerle yaşanıyor, kelimelerle gülünüyor, kelimelerle ağlanıyor ve sonunda yine kelimelerle geri dönülüyor..."


Olimpiyatlari bırakıyorum! Bana yaramadı. Buyrun Olimpik günlerde aklımdan geçen ve facebook statüsüne dökülen ucubik fikirlerim;

- Olimpiyatları kınıyorum. Üçün beşin hesabi yapiliyor. Neymis Japon 4 salise geride kalmismis yok Macar 7 salise one gecmismis neyin pesindesiniz? Salise de ayrica uydurmasyon bi zaman birimi bence kaale almamak lazim.

- O degil de bu olimpiyat madalyasi alip rekor kiran yuzuculerin serin tavri beni benden aldi. Ya sen rekor kirmisin bi halay cek bi ters takla at suya gobekleme atla bu ne ya heykel gibi! Ah ben olaydim madalyami boynuma takip kasap havasi oynardim zilgit cekerdim sevinirdim neyse bu sebepten katilmaya karar verdim seneye olimpiyatlara hangi kulvarda onu bulamadim o kisim muamma ama detaylara takilmayalim ne? 4 yil mı? hımmmm

- Simdi efenim 100 metreyi 10 saniyede kosmak demek 10 metreyi 1 saniyede yani salonumun eni olan 5 metreyi yarim saniyede kosmam demek ki bu da benim ancak havalanarak konmamla mumkun olur veya isinlanmam lazim. Zaten 100 metre kosu olmaz demem bu matematiksel veriler isigindadir. 100 metre 10 saniye kategorisi kaldirilsin yoksa kafayi yicem. Cikip kosedeki karpuzcuya kadar kossam mi 10 saniyede acep 5 saniyede alsam 12 saniyede eve donsem 4 saniyede yesem .Off olimpik sezi en iyisi uyusun yaaa.

- Olimpiyatlarda adimizin gecmemesi benim su an kanepemde domtizli pilav yemem yuzundendir. 4 yil sonra kurbis yuzme, iskembeden atlama ve gulle tutma kategorilerinde olimpiyatlarda meshur olmaya karar verdim. Birinciligimi de kursude roman havasi oynayarak kutlayacagim veeee dunya Turkiye'yi konusacak!

- Sirikla yuksek atlama nedir allasen ya sirikla alcak atlama olmayacagina gore di mi ama. 4 yil sora olimpikyatlar onumuzde diz cokecek oyle ki yepisyeni bir brans buldum; Gulleyle yuksek atlama yuz metre engelli triatlonu! Simdi anlamayanlar icin aciklamak isterim yuz metreyi yolda turlu engellerle elinde gulle ile yuksek atlayarak gecerken yere bisiklete konup 4 km pedal cevirip attigin gulleyi tutup denize firlatican!

- 100 metre koşu olmaz!

 
'' Göğsüne vurdu ve yüreğine şöyle çıkıştı;
- Dayan yüreğim, daha kötüsüne dayanmıştın! ''
''Melek, Ağrı’nın Hamur ilçesinden bir kızcağız. Sekiz çocuklu bir ailenin kızı. 16 yaşında kocaya verildi! Sürekli dayak yedi, evden kaçtı, ilk çocuğunu, kışta kıyamette, sokakta kar üstünde doğurdu! Bebek öldü. Melek ağır depresyona girdi...

Toplanan “aile büyükleri” onu dayak yediği eve geri gönderdiler. İki çocuk doğurdu, dayak devam etti... Baba evine sığındı fakat “yerin kocanın yanıdır” denilerek tekrar gönderildi. Gidiş o gidiş... Ses, seda yok... İstanbul’da çalışan ağabeyi ilçeye geldiğinde merak etti, Melek’i görmeye gitti. Zorla kapıyı açtırdığında polisler zavallı Melek’i buldular: Tepede el kadar bir pencereden başka ışık deliği olmayan küçücük, pis,karanlık bir tuvalette aylarca hapis tutulmuştu! Bir deri bir kemik kalmış, hafızasını kaybetmişti. Hareketsizlikten mafsalları kireçlenmiş, vücudunda çıkan yaralar kurtlanmıştı!

Hastaneye kaldırıldı... Türkçe bilmediğinden Kürtçe sorular soruldu, sadece ismini hatırlayabildi...

Elde polis zabıtları var. Ağrı Devlet Hastanesi doktorları da onun “sistematik işkence gördüğü”nü tespit ettiler. Hayati tehlikesi olduğundan THY uçağıyla Ankara Yıldırım Beyazıt Hastanesi’ne götürüldü fakat kurtulamadı..”
 
Katiller ? Serbest! Bu ulkenin guvenmedigim adaleti bu sefer de insanligi bozguna ugratirsa bu caniler az cezayla yirtarsa o madde bu madde su madde koyanlara da uyduranlara da susanlara da rezil bir yasam diliyorum!

10 Ağu 2012


   ''Siz o şarkılardaki gibi acı çekmek için seviyorsunuz; mutlu olmak için değil.  ''

Ahmet Hamdi Tanpınar

Hafızamda sorun var.

Herşeyi hatırlıyorum.

4 Ağu 2012





''Sosyalizm köklerini Amerika'da bulamaz;
çünkü fakirler kendilerini sömürülen bir sınıf olarak değil,
geçici olarak sıkıntı yaşayan milyonerler olarak görmektedir.''

John Steinbeck

"Sonra, işte hikayenin burasında adamcağız şıp diye susmuş da , onu yerine derdi konuşmaya başlamış artık. bilirsin, insan dert dene şeyin ağırlığı altında ezilip un ufak olunca, dert çoğu kez o insanın şeklini şemailini alır da, hiç kimseyi iplemeden, uluorta konuşmaya başlar."