16 May 2014

Mutsuzum. Ruhuma-kalbime-düşüncelerime uygulanan yoğun bir baskı var. Bu baskıyı uygulayan silahlar/sopalar değil. Ruhlar! Dünyayı/dünyamı ele geçirmiş, kaçamadığım, belki/korkarım benim de onlara kaynaştığım bu kalabalık soluduğum havaya karışıp, etime işleyip, beni bu ülkeye, dünyaya, aileme, arkadaşlarıma, evime, odama, aynadaki yüzüme ve aslında bütün insanlığa yabancı etti. Yokmuşum, olmamalıymışım, benim varlığımda, ruhumda büyük bir diken varmış ve bu pütürle uyumsuz kalmışım zamana ve insanlığa...

Çocukların gözleri, denizlerin güzelliği, uçan bembeyaz kuşlar ve ormanlar dışında dünyayla, tarihle, insanlıkla aramda hiçbir uyum, yakınlık yakalayamıyorum.
Hayır, nefret etmiyorum ama aynı tanrılara tapmıyorum, aynı marşlarda yürüyemiyorum sizinle. Hiçbir bayrağa, ülkeye, marşa, etnik gruba, ten rengine siyasi partiye aidiyet duyamıyorum.
İnsanlığın bütün arka bahçelerini, kilitli odalarını, gözlerinin arkasında riyakarlığı, bencilliği, kötülüğü görmüş olmak. Sonra oturup oyuna devam etmek ve bunun utancı.

Bana benzemeyen ama onlara yavaş yavaş benzeştiğim ve bunun için kendimi öldüreceğim bu kalabalığı anlamaya çalışıyorum. Çevrem onlardan olmayan her duygu ve düşünceyi toptan bir kefeye koyup kategorize eden ve küçümseyen, hemen her konu hakkında sarsılmaz fikirlere sahip, kendini modern – aydınlık-ahlaklı zanneden , ezberlediği değerlerin başını tutan, başını gömdüğü kumdan iphone ekranı ve twitter-facebook sayesinde çıkmış, orada okuduklarıyla şahane bir aydınlanma yaşamış ve mail fw ederek, kalabalığa karışarak kendini devrimci kabul eden bu güruhla dolu!

İnsan ne zaman yalnız kalır sahi? Karşı koltuğunda biri oturmadığında mı? Kelimeleri, anlamları kaybettiğinde mi? Ben dünyayı hep kelimeler aracılığıyla gördüm. Okumak yetmez o okuduklarından, sana öğretilenlerden, yeniden yaptığın, vazgeçtiğin değerlerden, cümlelerden bir insanlık çıkarabildin mi asıl mesele bu!

Ama senin insanlığın bir tatlısu kovboyluğu dostum. Sen kalpazanlığın, soygunun, talanın, yok edişin, yüzeyselliğin, orta çağdakinden daha beter bir cahilliğin, insan-tanımaz bencilliğin, cebi dolu solculuğun, senden ibaret bir modernlik-refah bilincinin , Allahsız dinciliğin, hırsın, küçük ruhların, gönül darlığının takım elbiseli, ince topuklu, valsli, marşlı, dualı, başı örtülü, başı çıplak, başı boş, çok cocuklu, evli , bekar, evi çok odalı, yüzük parmağı pırlantalı, çok kahkahalı, bol Amin’li sürümüsün.

Bizi insanlığın leşlerinden yaptılar. Kokuşmuş ruhlarımız kendini rahatlatsın diye alışveriş yapıp, üreyip, kredilere girip, büyük ekran televizyon alıp, çöp gıdalar yedikten sonra hırsla spor yapıp, çok çalışıp, sonra tatile gidip, bolca boyalar sürüp, zamanı bile pahalı saatlerle ölçüp, genç ve güzel ve güçlü ve mutlu ve başarmış görünmemiz gerekiyor.

Biz zavallı robotlarız, kağıt fareleriyiz ancak kendimizi şahane,özel-vicdanlı-modern-aydınlık-özgür zannediyoruz. Özel / şahane / iyi kalplı insanlar olduğumuza öyle inanmışız ki! İçimizde insanlıkla paylaşmazsak yazık olur sanat-şiir-resim ve şarkılarımız var! Dandik müziklerle, kitaplarla , şiirlerle piyasaya sürip duruyoruz kendimizi. Hepimiz çok özel çok yetenekli çok farkındalıklıyız. Şahaneyiz... Herkes şahane!

Beğenilmek için ölüyoruz! İçimizde gizli kalmış yeteneklerimizi parlatmak için, alkışa şayan yanlarımızı keşfetmek için ölüyoruz. Biz bu alkışa, bu panayıra tapıyoruz. Ölen çocuklar, açlıktan çamur yiyenler umurumuzda değil bizim. Biz dediğim işte sen ve ben. Devlet dediğin, asker dediğin, ülke dediğin, ırk dediğin, kara sahası-hava sahası dediğin şanlı tarih dediğin burası bizim dediğin ne varsa senin değil canım kardeşim. Kusarcasına yuttuğun bu dünya, bu ağaçlar, bu , ağlayan insanlık!

Hiç yorum yok: