8 Nis 2014


Nakkaşlarla ilgili bir hikaye okumuştum. Bir nakkaş sürekli parlak ışığa bakarak kendini kör etmeye calışıyordu. Ressam niye gözlerinden vazgecer ki? Belki yeterince gördüğünde...
Hatırladığı gibi cizmek istemek. Nakışa asıl anlamını ancak böyle verebiliyoruzdur belki.
Anlatırken ona bakmayarak...
Bunu arıyordu o nakkaş! Kör oldugunda; eline kalemi bir alsa olağanüstü güzellikte cizebileceğini hissettigi anda nakşetmeyi bıraktığını yazıyordu kitapta.
Ustalaştığında vazgecmek... Belki artik gerek kalmaması...
Resmin, nakışın, el işinin, ressamın, ellerin, güzelligin, anın ve anının birbirini tamamladigi o kusursuz an!
Gözler ne işe yarayacaksa!
Cünkü diyordu kitapta az veya çok bütün ressamlar aslında anılarını kullanıyor. Uzak veya yakın!
Resim bir hafıza işi. Ressam karşısına bir modeli alip onu kağıda resmederken bile ikisini ayni anda göremiyor. Bir bakış çizdiği manzaraya sonra bir bakiş kağıda. O bir anda bile aslında görmeden resmediyor. Hafızanın derinleşip gördügün seyin her hattını , o cizgilerin anlamlarını aklına, ellerine kazıdığını düşün. Öyle bir ustalik!

Aşkın gözü kör degil! Aşk kör bir nakkaş...

Ilk öpüşlerden , ilk sevismelerden hatırladığı ne varsa, ellerinin değdiği her yere onu ciziyor.
Inandığı aşkı, hayal ettigi aşkı, o adama o kadına tamamliyor aşk. Sayıklıyor.
Kör çünkü ve görmüyor karşısında egreti duranı, imkansizi.

Ama bin yılda bir, bin yılda bir, bir gün...
Nakış ve nakkaşın gözleri birbirini tutarsa!

Ruh esi nedir hic düşünmüş müydün?
 
 
 

Hiç yorum yok: