
Bir gün bir kral diyarın en güzel prenseslerini çağırdığı bir davet verir. Güzel olmasına kızların hepsi güzeldir ama kralın kızı gibisi yoktur. Kralın askerlerinden biri nöbet beklerken prenses önünden geçer. Bakış o bakış. Prensese âşık olur. Basit bir askerin, kralın kızının yanında lafı mı olur? Ama her nasılsa, eninde sonunda prensesle tanışmayı başarır. Onsuz dayanamayacağını, beraber olamayacaklarsa ölmek istediğini söyler. Prenses, askerin aşkının gücünden etkilenir. Ona şöyle der, "eğer balkonumun önünde yüz gün yüz gece bekleyebilirsen, senin olacağıma söz veriyorum."
Asker başlar beklemeye. Bir gün, iki gün, yirmi gün geçer. Prenses her akşam balkonundan, aşağıda bekleyen askere bakar. Ne zaman baksa asker hiç kımıldamadan dimdik durmaktadır. Yağmurda, karda, rüzgârda hep orda bekler. Kuşlar askerin kafasına pisliklerini yapar, arılar onu her bir yerinden sokar.
Asker yerinden kımıldamaz. Günler geçer, asker bekler. Doksan günün sonunda bembeyaz, taş kesilmiş gibi durmaktadır. Gözlerinden boşalmakta olan yaşları tutamaz. Uyuyacak takati kalmaz.
Ve bitmek tükenmek bilmeyen bu zaman boyunca prenses de bekler.
Sonunda doksan dokuzuncu gece gelmiştir.
Sonunda doksan dokuzuncu gece gelmiştir.
...Asker arkasını dönmeden gider...
3 yorum:
sen yaz,sen hep yaz sezi!
:) kitapların olmadığı bir dünya çöl olurdu benim için.
güzel filmlerden alıntı yapıyorsun,hem de hiç duymadığım :)
filmi de izleme listeme aldım :)
Yorum Gönder