'' Gece saat 3 itibariyle evimdeki herşeyin yerini değiştiriyorum - yer değiştirmek derken, sandalye ile koltuk gibi basit değişimler zannedilmesin, yatakodasıyla salonu değiştiriyorum örneğin. Komşular duyar da rahatsız olurlar diye çekiniyorum, ama değiştirmeye karar verip onu gerçekleştirememenin bünyede yaratacağı huzursuzluğu tahayyül bile etmek istemediğimden başlıyorum çekiştirmeye.
Tam bu anda aklıma anneannem geliyor ve belli ki ondan sirayet eden bu sabırsızlık ve değişiklik tutkusu. Birşey istedi mi sınırlarını asla bilmeme. 103 yaşına kadar yaşamak bile bunun bir göstergesi herhalde. Sözkonusu kişi 100lü yaşlarında birgün dellenip gardrobu sürüklemeye başlamıştı gözlerimin önünde. Enteresan bir kadındı. Şu anda kafamızı şişiren tüm anti aging saçmalıklarını ben daha mini miniyken çürütmüştü. Sürekli şeker yerdi, çokokrem kaşıklardı ve nescafe içerdi. Kalıp sabun kullanırdı sadece. Bir kremi var mıydı bilmiyorum. Evet belki hiç sigara içmedi ama 10 çocuk doğurdu ve 7sinin öldüğünü gördü. Gözleri 100 yaşında bile cam gibiydi. Gezme, görme isteği hiç bitmezdi. Beni lanetlediyse o lanetledi:)
Yaşlandığını bırak kabul etmeyi, belli ki hiç düşünmemişti. Annemin ona aldığı elbiseleri beğenmez "bana böyle yaşlı elbisesi gibi koyu renk şeyler alma" derdi. Bunu derken 98indeydi.
Ben doğduğumdan beri bizimleydi, günlerim onun dini hikayelerini dinleyerek ve sonra unutacağım bir sürü dua ezberleyerek geçti. Birşeye faydası olmuş mudur bilmiyorum ama çok zemzem içtim:)
10 yaşımdayken ailecek taşındık. Anneannem yeni evde kendini işe yaramaz hissettiğini söyledi ve "eski ev"e geri döndü. 90 yaşında hayatında ilk defa yalnız yaşayan bir kadın oldu. İşte o evde gördüm onun spontan dekorasyon maceralarını. "İçim sıkıldı"yı da ondan duydum. İlla birşey yapması gerekiyordu, ne olursa..Köşede oturması beklendiği anda çöküverirdi.
Ve bu kadın ölümle bayağı bir alay etti. İlk 85 yılında kalp krizi geçirip hepimizi bir ağlatmıştı, eskisinden daha sağlıklı geri geldi. 2000de gitti gidiyor diye bir hafta başında bekledik, yemek yemedi, uyumadı, nefes almadı, sonra tekrar kendine geldi. Sonra birgün, öylesine birgün, gidiverdi. Kimseyi üzmek, sıkmak istemeden..Hepimiz onun ölebilecek bir varlık olduğunu unutmuşken, zevzek torun ben "anneannem bir hayalet aslında" gibi espriler yapıyorken..
Gözümle görmediğim ama canlandırabildiğim şöyle bir kare var beynimde..Son senelerinde bir gün ablam onu yazlığa, marmara ereğlisi'ne götürmek ister. Arabanın arkasında rahat etmeyen (aaah aaaah) anneanne öne oturmak ister. Ablam da güneşten gözleri rahatsız olmasın diye de kendi "acımız büyük, gözlük de büyük" gözlüğünü takar ona. Sonra da emniyet kemerini bağlar. Film karesi şöyledir:
Parisien görünümlü 30yaşında bir kadınla, kocaman lagerfeld gözlüklü ama başı örtülü nur yüzlü 100 yaşında başka bir kadın cart kırmızı bir spor arabayla, takribi 190km hızla otobanda cafe del mar dinleyerek ilerlemektedirler.
Ah...Özlemişim be sabun kokulu..Dediklerin aklımda. "Platik yapmayı" yani politik davranmayı öğrenemedim. "Allah iyi insanla karşılaştırsın" derdin, o konuda da pek etkim olamıyor. Senin gibi kurşun döken de bulamayız zaten. Ama 100 yaşına kadar yaşayıp, keyfim, kahyası ve ben şeklinde takılmak, ve mümkünse National Geographic fotoğrafçısı olacak torunlarımın pick-up'larının arkasında, dalış tüplerinin yanında bir yere sığışıp, o zamanın teknolojisi walkmani kulağıma takıp Kosta Rika'da yol almak var aklımda..Sonra bir taraflarda buluşup birbirimize hikayelerimizi anlatırız. ''
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder