Aşk…
Çocuklarda ilk görülen fobiler karanlığa ve yalnızlığa ilişkindir. Karanlık korkusunu genellikle çocuklukta bırakırız ancak yalnızlık korkusu bizimle birlikte büyür öyle ki bazen yaşamımızı belirler veya engeller hale gelir. İlerde bir gün bir evde yalnız kalakalma düşüncesi bizi nedense sadece yolda yürürken bile başımıza gelebilecek binlerce olası kötü senaryodan daha fazla korkutur. Aşkı ve bağlılığı hayatımızda bu kadar isteme sebebimiz yalnız kalma korkumuz mu? Bunu anlamak güç; salt yalnız kalmaktan doğan bir tehlike var mıdır? Ve aşk bizi bu olası tehlikelerden koruyabilir mi?
Çoğumuz aşkımızı kalbimizde duyumsarız. Peki aşk gerçekte nerede oturuyor? Ve aşk bittiğinde tüm o duygular nereye gidiyor olabilir? Yaşanan onca şey ne kadar zaman sonra ‘’bir anıya’’ dönüşür? Aşkı ve acıyı kalbin orta yerinde yaşarken neden aynı aşkın anılarını kafamızın içinde duyumsarız?
Aşk kafamızın içinde nerede?
Psikiyatr Michael Liebowitz’e göre PEA (Phenylethylamin) denen küçük molekül sevdalanma halinden sorumlu gibi görünüyor. PEA sevinç, heyecan ve aşırı canlılık duygularına yolaçan bir kimyasal bileşik. İnsan beyni irice bir greyfurt iriliğindedir ve yaklaşık 1.5 kilo çeker.
Beynimiz ana hatlarıyla 3 bölümden oluşur: İlkel beyin, Limbik sistem ve korteks.
İlkel beyin: İç güdüsel davranışları yönetir (saldırganlık, mülkiyet ve flört davranışları vs)
Limbik sistem: Korku, öfke, sevinç, tiksinti, nefret gibi temel duygularımızın salındığı yer. Galiba aşkı burada aramakta yarar var.
Korteks ise görme, işitme, matematik ve müzik gibi önemli işlerle meşguldür. Ve en önemlisi korteks limbik sistemden iletilen duyuları düşüncelerle birleştirir. Kısaca ‘o erkeği’ veya ‘o kadını’ düşünen bölüm tam da burası.
Beynin bu 3 ana bölümünü en az yüz milyon sinir hücresi birleştirir. PEA (Phenylethylamin, dopamin ve norepinefrin) gibi kimyasal bileşikler sinir uçlarından diğerlerine zıplayarak aşkın yayılmasına yardımcı oluyor gibi görünüyor. PEA’ya bulanmış nöronlar duyarlı hale gelerek beyni uyarıyorlar.
Sevdalanma
Doğal doping etkisi vücuda hücum ediyor, aşıklar bu nedenle güneşin doğuşunu izleyecek kadar enerjik ve bulutların üzerinde yürürcesine hafifler. Aynı şekilde tutku, evham, kıskançlık duygularını körükleyen de bu kimyasal. Kimi insanlarda bu maddeler o kadar yoğun salgılanıyor ki başka değiş kimi insan sevgilisini öyle seviyor ki ayrılığa dayanamaz hale geliyor. Ve evet kara sevda diye bir şey var ve evet aşktan ölünüyor.
Ve şükürler olsun sevdalanma veya ölme hali geçici. (eğer hayatta kalmayı başarırsanız:)
Beyin romantik mutluluğun yol açtığı hızlanma durumunu sonsuza kadar destekleyemez, sinir uçları doğal uyarıcılara alışır ve PEA düzeyleri düşmeye başlar
Bağlılık
Şanslıysanız burada başka bir kimyasal devreye girer’’ bağlılık’’ yani zihnin morfini: endorfin. Endorfinler de tıpkı zıpır PEA’lar gibi bir sinir ucundan diğerine zıplarlar ancak bu sefer zihni sakinleştirmek, acıyı dindirmek ve endişeyi azaltmak için. Sevgililer artık huzur içinde yemek yiyebilir ve uyuyabilirler
Nihayet ama bu evrede de gökten 3 elma düşüvermiyor.
Ayrılık
Ayrılığın asıl sebebi aşkın bitişi değil, aşk yerini bağlılığa bırakıyor çünkü vama öğrenilmiş davranışlar, kalıplar, korkular, kompleksler ve tecrübeler yani düşünceler (ah o hain korteks!) devreye giriyor ve sevdiğimiz o muhteşem şey nasılsa düşmanımıza dönüşüyor. Alain de Botton aşk üzerine kitabına bu durumu muhteşem anlatmış.
‘’Chloe ile aramızda müthiş benzerlikler bulmuştuk ama Mart ayının ortalarında yeni aldığı bir çift ayakkabıyı gösterdiğinde onun belki Zeus’un acımasız darbesiyle benden ayrılmış diğer yarım olmadığını ilk defa düşündüm.
Nesi vardı Chloe’nin ayakkabılarının? Nesnel bir bakış açısıyla hiçbirşeyi yoktu ama insan ne zaman nesnel bir bakış açısıyla aşık olur ki? Kaliteli birçift ayakkabıydı işte , ama benim nefret ettiğim türdendi.
‘Bayılmadın mı ayakkabılarıma?’ Diye sordu Chloe.
O ana kadar her konuda anlaştığım Chloenin böyle zevksiz bir çift ayakkabıyla kendinden geçmesi son derece şaşırtmıştı beni, kendi kendime soruyordum hem böyle bir ayakkabıyı hem de beni nasıl aynı anda sevebilir diye.
Sevgiliyi daha yakından tanımanın hayal kırıklıkları…
Tekrar ayakkabılara dönecek olursak;
‘Eeeee beğendin mi ayakkabılarımı?’
‘Pek beğenmedim açıkçası’
‘Neden?’
‘Bu tür ayakkabıları pek sevmiyorum da ondan, burnu pelikan gagasına benziyor.’
‘Gerçekten öyle mi bence zarif bir ayakkabı.’
‘Hayır değil’
‘Öyle işte şu topuğa , fiyonguna baksan bence harika’
‘Bakalım aynı düşünceyi paylaşan başka birini daha bulabilecek misin?’
‘Sen modadan ne anlarsın ki!’
‘Belki de anlamıyorum ama bir çift ayakkabı zevksiz mi değil mi görebiliyorum ‘
‘Zevksiz değiller bir kere!’
‘Hadi Chloe kabullen artık gercekten cok kötüler ve bu akşamki parti için uygun değiller’
‘Harika bu kahrolası ayakkabıları özellikle bu akşam için aldım’
‘Peki giy ozaman’
‘Nasıl giyebilirim ki şimdi’
‘Neden giyemeyecekmişsin ki?’
‘Çünkü daha bir dakika önce onların pelikan gagasına benzediklerini söyledin’
‘Evet benziyorlar’
‘Akşamki partide bir pelikan gibi mi görüneyim istiyorsun’
‘Aslında istemiyorum tabi zaten onun için sana ne kadar berbat olduklarını söylüyorum’
‘Peki neden düşüncelerini kendine saklamıyorsun?’
‘Çünkü önem veriyorum, yoksa kim söyleyecek sana ayakkabılarının çirkin olduğunu.’
‘Seninde begeneceğini umarak almıştım, sense tuhaf bir yaratığa dönüşeceğimi söylüyorsun. Her yaptığım yanlış olmak zorunda mı?’
‘Hadi böyle söyleme şimdi öyle olmadığını biliyorsun’
‘Baksana ayakkabılarımı bile beğenmiyorsun’
‘Ama geri kalan hemen her şeyini beğeniyorum’
‘O zaman neden bu ayakkabıları görmezden gelemiyorsun?
‘Çünkü sen daha iyisini hak ediyorsun.’
Sonunda ayakkabılar camı da indirerek sokağı boylamıştı.
Aşk ve liberalizm ikilemiyle alevlenmişti tartışmamız. Bir ayakkabının ne önemi vardı ki herhangi bir arkadasıma söylediğim kibar yalanları ona da söyleyemez miydim?
Tek bahanem onu seviyor olmam ve onun benim idealim olmasıydı.’’
İşte aşkın bağlılık evresinde yukarıdaki gibi pek çok bahane devreye giriyor, sevgiliyi aşırı idealleştirip, hayal kırıklığına uğruyoruz ve bize benzer hatalar yapmasına bile tahammülümüz yok..
Bütün olarak sevemez miyiz birini?
Sürekli randevulara geç kalan ve her seferinde onu beklerken şarabımızı keyifle yudumladığımız ve geldiğinde adet yerini bulsun diye birkaç sitemli sözle karşıladığımız dostlar yok mu? Tam bizim istediğimiz gibi giyinmeyen üstüne nefret ettiğimiz şapkalar takan. Neden onları sevmekten vazgeçmiyoruz? Neden onlara sürekli nasıl şapkalar takmaları gerektiği konusunda vaaz vermiyoruz?
Aşk üzerine herşeyin söylenmiş ve hiçbir şey anlaşılmamış olması ne tuhaf!
Ayrılığın gelişinin aslında o kadar farkındayız ki,
Aşk acısı
İnsanda başka canlılarda olmayan bir bölünme yeteneği vardır diyor Alain De Botton, hem davranabilir hem de bu davranışları dışarıdan biriymiş gibi izleyebilirler. İnsan yokuş aşağı hızla düşerken bile bunun fazlasıyla farkındadır, hatta belki de çabuk geçen aşk acılarında insan acı çeken birinin varlığına alışır bir zaman sonra. (evet kendi değilmiş gibi) Bu yetenek kadınlara mahsustur, erkekler ağladıklarında ağlayanın kendileri olduğunun fazlasıyla farkındadır, kadınlar ağlayan bir kadının varlığına ağlıyordur çoğunlukla ve bütün dostlarına o ağlayan kadının acısını anlatarak acıyı kişiselleştirmeden aşktan yakayı sıyırabilirler.
Kadın ve erkeğin ayrılık acıları işte burada birbirinde ayrılıyor. Erkeğinki fazlasıyla kişisel. Acıyı bu kadar farklı yaşayan iki cinsin aşık olma ve ilk bağlılık evrelerinde benzerlikleri müthiş. Büyük olasılıkla benzer kimyasallara borçluyuz bu yakınlığı (aşkın üreme isteği yaratması durumu ayrı bir kitap konusu) Cinsler bağlanma döneminin sonlarında, ayrılık ve acıda net şekilde farklılaşıyorlar. Çünkü o evrede hakim olan Korteks yani kişisel deneyimlere bağlı farklılıklar ve düşünceler. İşin tuhafı bizi aşık eden kimyasal salgılar ama ayrılık söz konusu olduğunda iş başa düşüyor.
Büyük haksızlık!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder