
Mucizelere inanması gerektiğini, çünkü mucizelerin gerçeğin bir parçası olduğunu anlatıyordu: zaten gerçeğin kendisi bir mucizeydi.
Sözgelimi evliyanın biri, müridlerinin gözü önünde yerden bir avuç balçık aldıktan sonra onu yoğurup bir kuş heykeli yapsa ve bu heykeli imanıyla canlandırdıktan sonra onu göklere salıverse, çamurdan yapılan bu kuşun uçmasına herkes şaşırırdı. fakat bunun ardından insanoğlunun o umarsız hastalığı baş gösterirdi: aradan birkaç yıl geçtikten sonra hemen herkes, bu durumu kanıksar ve zamanla büyüyüp çoğalan, tarlaları bayırları dolduran o mucizevi kuşlara dönüp bile bakmazlardı belki de.
'' ve in yerav ayeten yu' ridu ve yekuulu sihrün müstemirr '' ( onlar bir mucize görseler yüz çevirirler ve "süregelen bir sihirdir" derler.- kamer suresi 2 -) ayeti kerimesince, her mucize onların gerçeklik duygusunun bir parçası olurdu.
üstelik bu duyguyu zedeleyenlerden nefret ederlerdi.
Tarih bunun sayısız örneğiyle doluydu: galilei adında bir alim, onlara gökkubbenin değil de aslında dünyanın döndüğünü söyleyip kafalarını alt üst edince zavallıya çektirmediklerini bırakmamışlardı. çünkü arabide aynı kökten gelen '' hayret'' ve '' hayranlık'' sözcüleri onların lügatında yoktu ve onlar mucizelere şaşmamak için ellerinden geleni yapıyorlardı. nitekim, dünyanın döndüğüne en sonunda kafaları basınca bu kez de buna hayret etmekten vazgeçmişlerdi. aynı şekilde onlar, düşlerini anlatanlara da kızıyorlardı. çünkü düşler, onların gerçeklik duygularına aykırıydı.
İşin kötüsü onlar, kendi gerçeklik duygularına gerçeğin ta kendisi diye bakıyorlar, aşina oldukları ve şaşırtıcı bulmadıkları her şeye gerçek diyorlardı. oysa bu, gerçekdışı olanın tamamının ta kendisiydi. çünkü dünyanın kendisi, bir mucize olarak, düşlerden kat be kat daha şaşırtıcı ve hayranlık uyandırıcıydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder