Kelimelerin büyüsüne ilk ne zaman kapıldım bilmiyorum. Çocukken olmalı. Babamın sesi denize benzerdi. Konuşurken kelimeleri asla üst üste yığmazdı. Büyük ve içten bir sabırla bana aydedeyi niye akşam yemeğine çağıramayacağımızı anlatışı hala kulaklarımda.
Çocuklar büyüklerin ne demek istediğini her zaman anlarlar. Babam ve annemin arasında söze muhteşem dökülmüş bir şey vardı. Yastık altına bırakılan notlar, kahve kavanozlarında aşk şiirleriyle büyüdüm. Dışarıdaki dünya pek öyle değildi tabi. Sokakta toz içinde oynardık, birbirimizden öğrendiğimiz küfürlü sözleri sıralar ve bundan tuhaf bir haz duyardık. Evde ise kitaplar vardı. Müthiş bir açlıkla hepsini okudum. Alışık olunan şeylerin fazlaca kanıksanması ne büyük haksızlık. Bir resme, heykele baktığımızda duyduğumuz o tanrısal hayranlığı (Michelengelo’nunki gibi bir heykeli büyük olasılık biz asla yapamayacak olduğumuz için) ne çok şairden, yazardan esirgiyoruz (aynı kelimelerle aynı cümleleri kurabiliriz sandığımızdan).
Ben esirgemedim. Aksine büyük bir heyecana kapıldım. Kelimelerden evler, şehirler, aşklar yapabilme gücüm vardı artık. Az kullanılan sözcüklere itibarını iade ettim ama dile fazla düşmüş olanlar hırsımı kamçıladı asıl. Bin kere söylenmiş kelimelerde yepyeni şeyler yazacaktım ben. Kısaca bir gün yazacağımı biliyordum. İçimde kalabalık, elimde kelimeler ve yaşanan onca şey. .
Sen demişti sevdiğim biri ‘sıradan bir hayat yaşamaya çalışıyorsun ama sıradan biri değilsin. Bu yüzden rüya zamanınla dünya zamanın birbirini tutmuyor hiç’ Çok düşündüm sonraları. Burada sanırım bahsettiği olağandışılık (hayır olağanüstülük değil) duygu durumumdu. Dünyaya dayanamaz hale çok geldim. Bir ben böyleyim deme cürretini göstermeyeceğim. Ama bir tek kendimi bu kadar kurcaladığımdan olacak başka savaşçılar beni affetsinler. Bütün deliklerin büyüdüğü ilmek, içimde iki insanın birden yaşıyor olması. Genelde elime kalem aldığımda peydahlanan çok yorgun biri ve de polyannaya bile şapka çıkarttıracak bir yaşama sevinciyle kardeşi. Bu iki yabancının kardeş olduklarını düşlemek beni ‘kim bu manyaklar’ düşüncesine kıyasla daha az korkutuyor. Ortada daha asab bozucu bir gerçek daha var; içine yerleşilen bir üçüncü kişinin varlığı; Ben. Diğer iki manyağı idare etmeye çalışmak ve de bütün bunları mesela evde soğan doğrarken yaşıyor olmak. İşte savaşçılık dediğim bu.
Deliliğin ne olduğu hakkında çok düşündüm ve deli olmadığıma karar verdim. Hayır eğer ben deli olsaydım evet ben deliyim diye bağıran bir deli olurdum. İçimdeki bu insancıklar (işgalcilerime karşı tuhaf bir merhamet de beslemekteyim) belli ki beni dürterek dışarı çıkmaya çalışıyorlar. Benim romanımın kahramanları (hikayelerdeki kişilere belki bu yüzden kahraman deniyordur, yazarın kafasının içinden ait oldukları yere çıkabildikleri için ) beyaz sayfalarda ve hepimiz rahatlayacağız.
1 yorum:
güzel başlangıç..
Yorum Gönder